Bazı kitaplar vardır,
yazarını hiç unutmazsınız; kelimelerini okudukça yepyeni
dünyalarla karşılaşırsınız. Yazılanlar, bir ışık gibi,
içinizi aydınlatır; azmin, iradenin ve sabrın yaşam sevinciyle
el ele verdiği bir kişiliğe saygı duyarsınız. Yaşantınıza
yön vermeniz kolaylaşır.
‘Bir Yaşam Titizi’
Meldâ Kaptana; Ben bir Bizans Bahçesi’nde Büyüdüm
isimli anı kitabını okumayı bitirdikten sonra, bir an önce
kendisiyle yüz yüze gelme isteğimi, sözcüklerine sinen bilgi,
görgü ve yaşam titizliğiyle, yaşam zenginliğiyle
ilişkilendiriyorum.
Kurduğu sanat
galerisiyle1,
sanatçılara eserlerini sergileme imkânı vererek Türk resminin
gelişimine sağladığı katkılar; plastik sanatlar dünyamızın
çok da göz önünde olmayan bir klasiğini, o sevimli insanı daha
yakından tanıma arzumun nedenlerinden.
Yazdıklarımı okudukça
bana hak vereceksiniz.
Bizans Bahçesinden
Sanata
Meldâ Kaptana, 1927’de
İstanbul’da doğdu. Cumhuriyetin aydınlığında, iki savaş
arasında, bahçesinde eski bir Bizans Manastırı’nın bulunduğu
güllü bir köşkte2.
O köşk ki, pencerelerine kırmızı sarmaşık gülleri uzanır,
bostanındaki okka güllerinden mis gibi reçeller yapılır,
toprağında, altıncı yüzyıldan kalma Aya Andreas Manastırı’nın
taşları bulunurmuş. Bir adı da Gül Yaprağı’ymış
manastırın. Manastır, önce erkekler, ardından kızlar manastırı
şeklini aldıktan sonra, 1486’da Koca Mustafa Paşa tarafından
camiye çevrilerek, sonraları Sünbül Efendi Camii olarak
anılmaya başlanmış. Meldâ Kaptana, zamanında, hatırı sayılır
kültür merkezlerinden olduğu düşünülen bu caminin / kilisenin
bahçesinde büyümüş. Batının evrensel değerlerini, özünü
yitirmeden kendine uyarlama yanlısı bir ailede, doğu ve batının
güzelliklerinin harmonize edilerek şekillendirildiği bir
terbiyeyle yetiştirilen Kaptana, yaşamı boyunca, kanımca, en
önemli özelliklerinden biri olan, ‘güzeli fark edebilme’
becerisini, edebiyat, resim ve moda gibi farklı disiplinlerin
ikliminden geçirip, anılan disiplinlerin kesişme noktalarını
harmonize ederek geliştirmiştir.
Tıpkı, eşi olacağı
İlhan Koman gibi, güzelin o müphem 3
görüntüsünü algılamada çok başarılı olmuştur sevgili
Kaptana.
Paris Yılları
Meldâ Kaptana, İstanbul
Üniversitesi Fransız Filolojisi’ni iyi derecede bitirdikten
sonra, Fransızcasını geliştirmek için 1949’da Paris’e gider.
Edebiyatı çok sevmektedir, bununla beraber, matematik ve fizik gibi
müspet bilimlerde4
de çok yeteneklidir. Maarif Teşkilatı’nın başarılı ortaokul
ve lise öğrencileri listesinde5
onun da adı vardır.
Paris yılları köklü
dostlukların, rafine bir sanat anlayışının biçimlendiği,
geliştiği zamanlardır Meldâ Kaptana için… Sorbonne
Üniversitesi’nde İleri Fransızca dersleri alırken, Paris’e,
kendisi gibi, öğrenim görmek için gelmiş, geleceğin pek çok
ünlü ismi ile aynı ortamda olacaktır. Bazılarıyla dostlukları,
daha Edebiyat Fakültesi’ndeyken başlamıştır; Orhan Peker,
Bedri Rahmi, Edip Hakkı Köseoğlu İstanbul’dan tanıştığı
arkadaşlarıdır; arkadaşlarının sanatçı kimliklerinin hemen
hemen her evresini inceden inceye tanıması, yetmişlerde kuracağı
sanat galerisinde, aynı arkadaşlarının / sanatçıların sergi
konseptlerini bir başka bilinçle oluşturmasını sağlayacaktır
Kaptana’nın. Paris’te, İlhan Koman’la da tanışacaktır, 26
Şubat 1951’de evlenip, Koman’ın Paris’te kalış süresinin
bitmesiyle İstanbul’a dönerler.
Derin bir dostlukla
sağlamlaşmış sevgi dolu bir evlilik, Kaptana’ya, Koman’nın
sanatının Paris evresini yakından gözlemleme olanağı vermiştir.
Sanat Dünyamız dergisinde o döneme ilişkin şu sözleri6
söyleyecektir Kaptana: ‘İlhan Koman’ın Paris’e gelişinin
ikinci yılıydı. Rue de la Grande Chaumiere’deki atölyesinde
alçı, bakır levhalar ve çivilerle soyut heykeller yapıyordu
tanıdığımda. O yıllarda Picasso’yu önemsiyor ve belki de
biraz bundan esinlenerek değişik materyallerle çalışıyordu. İlk
sergisini Rive Gauche’ta Galeri 8’de görmüştüm. (….)
Paris’ten 1951 Ağustosu’nda ayrılırken, çekingenliği
sebebiyle bizzat ben götürmüştüm Denise Rene Galerisi’ne bazı
taş heykellerini. Onları galeride muhafaza edecek ve karma
sergilere koyacaklardı ileride.’
Anılarında7,
aynı dönemle ilgili şöyle bahsedecektir ayrıca:
‘(….) İlhan o
sıralarda taşlarla çalışıyordu. Beraber şehir dışına çıkıp
büyük taşlar toplardık. O güzel taşlardan biri benim başucumda.
Onları zımparalamasına sıra geldiğinde yardım ederdim ara sıra.
Atölyesini kısa bir süre için sonradan ünlenen dostumuz Edgar
Pilet kullanmıştı. İlhan’la dostlukları ilerlemiş, o günlerde
aynı grupta olan Andre Breton, Victor Vasarely ve ismini
hatırlayamadığım başka önemli sanatçılarla dostluk kurmaya
başlamıştı. Vasarely’nin o yıllar siyah beyaz dönemiydi
Resimlerine optik hareketlilik ve üçüncü buutu Paris’te artık
kendini tanıtmaya başlamıştı İlhan o günlerde. O sıralarda
çok önemsenen heykeltıraş Jacobsen’in bir dersine misafir
olarak davet edilmişti. Jacobsen talebelerine İlhan’ın taş
çalışmalarını göstererek ‘İşte, sanat eseri (oeuvre d’art)
bu’ diye onun heykellerini övmüştü.’
İstanbul
İstanbul’a dönünce,
Acıbadem’deki yeni evlerine yerleşirler; aynı evde oğulları
Ahmet dünyaya gelir. İlhan Koman Akademi’de asistanlık görevine
başlamıştır, Meldâ Kaptana oğlunun bakımından geri kalan
vakitlerde çocuk kıyafetleri tasarlamaktadır. Diktiği çocuk
elbiseleri o kadar ilgi görür ki; bir akrabasıyla birlikte Pinokyo
adını verdikleri küçük bir atölye kurarlar. El becerisi, güzeli
seziş yeteneği gibi güçlüdür Kaptana’nın. Bu kabiliyet,
tasarladıklarını hayata geçirmede, bir başka deyişle, teoriyi
pratiğe uygulamada ona çok yardımcı olmuştur. Gerek kalıbını
hazırladığı bir kıyafeti kumaşa monte ederken, gerek ilerde
öğreneceği Halı dokumacılığında iplikleri büyük bir hüner
ve çabuklukla birbirine geçirirken, bunları, biraz da Allah
vergisi el becerisine borçludur.
İstanbul’dan New
York’a
Bir süre sonra,
aralarındaki müthiş uyum, kimi özel nedenlerle evliliklerini
sürdürmeye yetmez maalesef, ancak birbirlerine duydukları o aşktan
da öte sevgiyi, dostlukla, hep devam ettirirler. Meldâ Kaptana
1955’te oğluyla birlikte Amerika’ya gider. İlhan Koman ise, bir
süre İstanbul’da kaldıktan sonra önce Brüksel’e, sonra da
hayatının kalanını orada geçireceği İsveç’e gider.
Bir kadının, eşinin,
sanatını özgürce üretebilmesi için, onu, sevgiyle serbest
bırakmasının öyküsüdür bu…
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
New York’ta beş yıl
kalacaktır Meldâ Kaptana; bu sürede, Amerikan sanatını daha
yakından tanıma olanağı bulur. 1955’te başlayan Amerika
yolculuğu, 1960’ta, oğluyla birlikte İstanbul’a dönmesiyle
sona erer. Memur olmak istemediğinden, bir atölye açarak dikişle
ilgilenmeye karar verir8.
Anılarında, ‘Renkler ve şekillerle uğraşmak, yeni
kıyafetlerin insanlar üzerinde olumlu etkiler bıraktığını
görmek beni memnun ediyordu, keyiflendiriyordu. Küçükken Ahmet’i
yalnız bırakmamak için başlamıştım dikişe, ilk aylarda
Amerikan Kültür Derneği’nin yardımıyla bir defile, sonra da
arkadaşlarımın desteğiyle Mondrian resimlerinden esinlenerek
çizdiğim modellerden yaptığım giysilerle Divan Oteli’nde başka
bir defile yapmıştım’ diye belirtir Urba Atölyesi’yle
ilgili dönemi.
Desenler ve şekillerle
olan ilgisi, onu, atölyesinde, sanatçı dostlarının resimlerini
sergilemesine ve ardından atölyesini tamamen sanat galerisine
dönüştürmesine yön vermiştir. Muhsin Ertuğrul’un isim
babalığını yaptığı Meldâ Kaptana Sanat Galerisi,
Zeynep Oral’ın deyimiyle modern müze işlevini görmüştür.
Değerli ressam Mustafa
Plevneli, Meldâ Kaptana Sanat Galerisi’ni, dönemin sanat
ortamıyla birlikte şöyle anlatıyor:
‘Meldâ Kaptana’yı
öğrencilik yıllarımdan tanıyorum. 1957’de, Tatbiki’de
öğrencilik hayatına başladığımda, okul dışında, ya yan
taraftaki Resim Heykel’e ya da İstanbul’un resim galerilerine
giderdik. Aslında o yıllarda galericilik pek yok gibiydi; Atlas
Pasajı’nın karşısındaki Devlet Güzel Sanatlar Galerisi ve
yine Beyoğlu’nda Adalet Cimcoz’un Maya Sanat Galerisi vardı.
Galeri I henüz açılmamıştı. En çok uğradığımız yer - bu
çok ilginçtir - Ziyad Ebuzziya’nın Beyoğlu caddesindeki kitapçı
dükkânıydı. Ebuzziya Kitabevi’nin sahibi, sanatçı Alev
Ebuzziya’nın da babası olan Ziyad Ebuzziya, dükkânına Avrupa
resminden örnekler getirirdi. Mesela Picasso orijinallerini,
Chagal’leri, Dali’leri ben ilk kez orada görmüştüm. Sözünü
ettiğim reprodüksiyonları görmek için sık sık Beyoğlu’na
çıkardım. Bunların yanında, bir de Harbiye’de keşfettiğim
bir modaevi vardı; modaevinin sahibesi de o zamanlar yüz
aşinalığıyla tanıdığım Meldâ Kaptana’ydı. Kaptana,
modaevinde, kimi sanatçıların, tanıdığı yakın çevresindeki
sanatçıların işlerine yer verirdi. Fakat, andığım işlere
modaevinde yer vermesinin nedeni, yıllar sonra öğrendim ki, İlhan
Koman’ın eşi oluşuydu. İlhan Koman’ın eşi olması ona çok
şey kazandırmıştı; Batıyı biliyordu, dünya sanatını
biliyordu, Amerika’yı biliyordu ve burada olmayan bir kültürü,
kendisi de bir yerde modacı olması hasebiyle, topluma sunma
görevini üzerine almıştı. Bir sanatçı, bir tasarımcı olarak,
modayı sunarken görsel olarak da duvarlarını sanat eserleriyle
donatıyordu. Altmışlı yıllarda, Nişantaşı’nda
Valikonağı’nın karşısında aşağı doğru inerken sağ
tarafta Portakal Sanat Evi’ne sapan yerin köşesinde, şimdiki
halıcının olduğu yerde Meldâ, bir galeri açtı: Meldâ Kaptana
Sanat Galerisi. Burası, uğradığım yerlerin başındaydı;
altmışlı yıllar benim işlerimi yeni yeni sergilemeye başladığım
zamanlardı. Meldâ benim suluboyalarımla ilgilendi. Galerisinde
Bedri Rahmi’lere, Orhan Peker’lere, Eşref Üren’lere, aynı
zamanda bazı eski ustalara da rastlanırdı. Örnek vermek
gerekirse, bir Halil Paşa, hiç unutmam, yerde rulolar içinde duran
Halil Paşa’ları gördüğüm zaman, sevgili Meldâ Kaptana bir
zarf içinde gayet zarif bir şekilde satmış olduğu iki suluboya
resmimin parasını verirken zarfı almadım ve dedim ki: ‘Zarf
yerine, izin verirseniz, şunu alabilir miyim?’ Yerde 1882 tarihli
bir Halil Paşa. Ben iki tane suluboya resmimi verip de bir Halil
Paşa alabiliyordum. Bu, Meldâ Kaptana’nın, o sanat atmosferinde
bize sunduklarından, topluma sunduklarından yalnızca bir
tanesiydi. Zaman içerisinde, bu galeride, çok sevdiğim Orhan
Peker’i tanıdım. Meldâ’yı çok sever, resimlerini Ankara’dan
sadece Meldâ’da sergilerdi Orhan. Yıllar içerisinde Adnan
Varınca’yı da Meldâ Kaptana Sanat Galerisi’nde tanıdım, Avni
Arbaş’la beraber sık sık oraya giderdik, Ferruh Başağa’yı
aynı galeride tanıdım. Türk resminin en ilginç işlerini orada
görme fırsatım oldu. Bunları görürken de Meldâ, bizi her zaman
o sıcacık gülüşüyle, sevgiyle karşılardı. Gerçek bir
hanımefendidir. Gurur duyduğu sevgili oğlu Profesör Ahmet
Koman’ın, Türkiye’nin, İlhan Koman’ı yıllar sonra fark
etmesinde önemli çabaları olmakta. Bildiğiniz gibi, İlhan
Koman’ın Retrospektif sergisi mayıs ayında YKY’de sergilenmeye
başlandı. Muhteşem bir sergi. Bu sayede İlhan Koman’ı hep
birlikte tanıyoruz. İlhan Koman, Zincirlikuyu’ndaki Akdeniz
Heykelini yaparken zaman zaman onun yanındaydım. Heykelin yapımında
metal ustaların bulunması konusunda bir öğrencimin iyi bir demir
ustası olan babası, ona çok yardım etmişti. Heykelin malzemesi
çelikti, bu çelikler özel olarak kesiliyordu; teker teker yan yana
monte edildikçe heykel ortaya çıkıyordu.
Sergi boyunca
Beyoğlu’nda yer almakta olan Akdeniz Heykeli, kanımca,
Zincirlikuyu’ndaki binanın önünde yerini bulmuş değildir.
Çünkü heykel bütün çevresiyle birlikte vardır; bir başka
ifadeyle, heykelin önünde, arkasında, yanında nasıl yapılar
var, bu konumlandırmada çok önemli. Hatta bunun için heykele
yukardan kuşbakışı bile bakılmalıdır. Akdeniz Heykeli, şimdiki
konumuyla, arkasındaki binaya sırtını dönmüş durumda. İlhan
Koman’ın bu değerli eserinin, İstanbul şehrine armağan
edilmesi gerektiğini düşünüyorum, onun için olası en görkemli
yerin bulunması, şehrin çok iyi bir yerine, toplumun görebileceği
bir yere konumlandırılması gerekli. İlhan Koman ancak bu şekilde
yaşar. Aksi halde, Zincirlikuyu’ndaki bahçede, otoparkın olduğu
yerde figüran olarak durur. Meldâ’dan konuşurken, İlhan Koman’a
geçtik; çünkü İlhan çok mühim, ama Meldâ da çok mühim;
Meldâ’nın mühimliği şurada: Sanatçılara müthiş sıcak
davranırdı; buna ek olarak, sanatçıları onurlandıran,
sanatçıların eserlerinin bir eve girmesi için çaba gösteren ve
bundan haz duyan bir yaklaşımı vardı; maddi çıkarları ikinci
plana atan…
Biz Meldâ’yla
ilişkimizi daima sıcak tuttuk. Galeride yapıtları sergilenen
sanatçıların anılarını / düşüncelerini bir araya getirme
çabasının sonucu olarak büyük bir kitap ortaya çıkıyor
yakınlarda inşallah. Meldâ’nın galerisinde sanat yapmış
sanatçılara, ilgili dönemle birlikte ışık tutan bir çalışma
bu. Gerçekten de altmışlı yıllar resim sanatımızın durumu
açısından ülkemizde hiç bilinmeyen bir dönem. Galeri yok,
çerçeve yok; bir resmin nasıl paspartulanacağı, nasıl çerçeveye
konulacağı bilinmiyor. O bakımdan Meldâ’nın burada bir Don
Kişot tarafı var. Yaşamındaki olumlu işlere cesaretle imza
atmasında, ‘Ben Bir Bizans Bahçesi’nde Büyüdüm’ isimli anı
kitabında fark ettiğimiz gibi, aile kültürünün, yetişme
biçiminin önemli etkisi olduğunu düşünüyorum.
Meldâ Kaptana, uzun
yıllar Bodrum’da yaşadıktan sonra, ‘Ben Bir Bizans Bahçesi’nde
Büyüdüm’ adlı kitabıyla aramıza döndü. Önümüzdeki
dönemlerde yayımlanması beklenen, sevgi ve bilgiyle emek verdiği
sanat galerisine ışık tutan kitabı, hem galeriyi tanıtması hem
de dönemin plastik sanatlar ortamını yansıtması bakımından bir
belgesel niteliğinde olacak.
Bu gibi insanları unutmamalıyız.’
İLHAN KOMAN
İlhan Koman İsveç’e
yerleştikten vefatına değin İsveç’te yaşadı. Yaşamının en
güzel eserlerini İsveç’te üretti.
Bach’ın müziğinin
çok uzun bir süre sonra tekrar tadına varılması gibi, Türkiye,
Koman’ın eserleriyle yeni tanışıyor. Yapı Kredi Kültür
Sanat’ın Beyoğlu’ndaki binasında, İlhan Koman’ın akıllara
durgunluk veren heykelleri sergileniyor. Dehası, insanı
heyecanlandırıyor.
Koman’ın sanatsal
sürecinin her evresinden örnekler veren Sergi’nin
organizasyonunda, sanatçının oğlu sevgili Ahmet Koman’ın
kuruculuğunu üstlendiği Koman Vakfı’nın önemli çabaları
var. Sanatçının, serginlenen ve Sınır Tanımayan Restoratörler
tarafından onarılan yüzlerce eseri, Beyoğlu Yapı Kredi Kültür
Merkezi, Taksim Fransız Kültür Merkezi ve Tünel’deki İsveç
Konsolosluğu’nda, Haziran ayı boyunca da sanatseverlerin ilgisine
sunulmaya devam ediyor.
Birbirinden farklı olan
ve farklı gibi görünen türlü sanatların güzelliklerini alarak
çokluk içindeki estetiğe ulaşma çabası, hem Koman’da hem de
Kaptana’da görülen bir özellik kanımca. Belki de bu, bu harmoni
duygusu, onları yaşamlarında farklı yakınlıklarda da olsalar,
hep dost, hep birbirlerinin eş ruhu oluşlarını değiştirmemiş.
Matematiğin gerçeklerini
heykelin realizmine katarak ‘matematiksel heykeli’ oluşturan
İlhan Koman, eserleriyle gelecek yüzyıllara göz kırpıyor.
Bach’ın müziğindeki katmanlar gibi, Koman’ın heykelleri de
birbirlerini tümleyen birleştiren farklı formların harikulade
beraberliği…
Ayça Güzel
RH+Sanart Dergisi
1
Meldâ Kaptana Sanat Galerisi
2
Güllü Köşk, bkz. Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm, YKY;
sayfa 7
3
Müphem: Belli belirsiz, zor belli olan
4
Müspet bilimler: Fen bilimleri
5
Bkz. Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm, YKY; sayfa 77
6
Sanat Dünyamız, sayı 82, 2002, sayfa 194, 195
7
Bkz. Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm, YKY; sayfa 145, 146.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder