3 Temmuz 2014 Perşembe

Yüzlerde Yansıyan Toplum: Nuri İyem Resmi


Toplumsal Gerçekçi bir Ressam          

Anadolu kadınlarının belki de en bilinen ressamı Nuri İyem, 1915’te İstanbul’da doğar. Çocukluğunu babasının görevi nedeniyle Anadolu’da geçirir. Ablasının vefatıyla İstanbul’a döner ve üniversiteye kadar olan eğitimine bu şehirde devam eder. Türk Resminin ve Erken Cumhuriyet Dönemi’nin önemli isimlerinden Nazmi Ziya’nın teşebbüsüyle Güzel Sanatlar Akademisi’nin orta bölümüne kaydını yaptırır ve Akademi’nin yüksek bölümünü birincilikle bitirir.    

Resme ilgisi çocukluk yıllarında kömür kalemlerle yaptığı desenlerle başlayan Nuri İyem; Akademi’de okuduğu süre boyunca Nazmi Ziya, Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde çalışmış, aynı yıllarda bir başka hocası Ahmet Hamdi Tanpınar’la olan yakınlığı sanatını farklı bir boyutta etkilemiştir. Evin İyem’in ifadesiyle “onun Türkiye’ye özgü, modernlikle yerelliği birleştirdiği bir sanat anlayışını benimsemesini sağlayan” bu dostluk, toplumsal gerçekçiliği portre figürlerle yansıtmaya belki de en önemli itici güçtü, sembolizmi anlatılmak isteneni ifade etmek için bir araç olarak kullanan…

Anlatım dili olarak Sembolizm

Sembolizm bir araçtı Nuri İyem’in resim dilinde imlemek istediğini anlatmak için.  Sembolizmin - bir nesne aracılığıyla başka bir nesneye, konuya, kavrama gönderme yapma sanatının – İyem resmine yönelmesinde, Ahmet Hamdi Tanpınar’la olan bu iletişiminin etkisi açıktır.

Gerçekten de resim ve edebiyat ne kadar da birbirine yakın iki sanat! İkisi de keşfeder; yalnız birisi kalem kullanır, diğeri boya. 

Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde “saatler” aracılığıyla toplumun denge ritmini sembolize etti.

İyem de “portreleri” aracılığıyla, ancak özelde Anadolu toplumunun denge ritmini.

Minik bir parantez açmak gerekirse; Fındıklı’daki Akademi binasında, kırklı yıllarda plastik sanatlar ve edebiyat fakülteleri yan yanaydı. Türk resminin ilk sanat galeristlerinden Meldâ Kaptana’nın Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm isimli kitabından öğrendiğimize göre bin dokuz yüz kırklarda Akademi’de nesir ve desen arasında son derece yoğun bir iletişim vardı. Yazım ve çizimde Türk sanatının önemli isimleri haline gelecek birçok ünlü yazar ve ressamın Fındıklı’daki söz konusu dostluklardan, bilgi alışverişinden etkilendikleri ve sanatsal kimliklerini bu doğrultuda oluşturdukları gözlenir.                      

Nuri İyem’in plastik düzlemdeki anlatım nesnesi, biraz daha açarsak, çeşitli ifadelerdeki yüzler, özellikle Anadolulu kadın yüzleriydi. Anlattığı; Anadolu halkının acıları, sevinçleri, hüzünleri, özlemleriydi bu portrelerle…

Anlatım hedefi olarak Ezilen Anadolu

Gerçekten de sanatçı, yüzlerce portresinde Anadolu halkının özellikle kadınının yaşam iklimini yansıtmayı/anlatmayı hedefledi. Anadolu insanının gerçekliğini o iklimin kadın portreleriyle ifade etmeyi nasıl tercih etti peki? Bir başka anlatımla neden sembol olarak “Anadolulu kadın portreleri”ni seçti sanatçı?

Bu noktada çok sevilen ve genç yaşta vefat eden bir ablanın büyük önemi var. Evin İyem konuyu şöyle anlatıyor: “Nuri İyem kadın portrelerine yönelmesinin ilk çıkış noktası olarak ablasıyla olan ilişkisinden söz ederdi. Sıtma geçirdiği bir dönem, günaşırı gelen nöbetlerden uyandığında ablasının onunla ilgilendiğinden ve karşılaştığı yüzün ablasının yüzü olduğundan. Ancak bu hikâye, tüm bu resimlerin sadece başlangıç noktası. Nuri İyem’in resimlerindeki başlıca konunun kadınlar olması Nüvit Özdoğru’nun dediği gibi kadınların sömürülmesi. Nüvit Özdoğru ‘’Dünden Yarına Nuri İyem’’ kitabında İyem’in kadın portrelerini şöyle anlatır: ‘Nuri İyem simgeyi (sembolü) etkili kullanmış. Melek yüzlü Anadolu kızları var; resim baştan başa karanlık. Bir kız var: Granit: Göğe doğru bakıyor, anıtsal. Neredeyse gerçeküstü (sürrealist) diyeceğiniz bir büyük kadın başı var: alnı yeşil… Çayır gibi… Gözleri gül… Ama bir daha bakınız, bir daha… O gözler uyanıyor.’

Evin Sanat Galerisi’nde kayıtlı yüzlerce resmin çoğunluğu bu toplumda değişik sebeplerden dolayı travmalar yaşamış ve yaşayan kayıt dışı kadınlarımızdır. Seçme ve seçilme hakkını birçok ülkeden önce Atatürk sayesinde elde etmiş olmalarına karşın kadınlarımız fabrikalarda, evlerde, tarlalarda, toplumun en ezilen, en sömürülen kesimidir.”

Nuri İyem Soma’yı nasıl resmederdi?

Hepimizi derinden yaralayan Soma Faciası gerçekleştikten birkaç gün sonra aklımda bu acının plastik yüzeyde nasıl yansıtılabileceği sorusu uçuşmaya başlamıştı. Zihnime önce Picasso’nun Guernica’sı düştü; bizden de Nuri İyem’in portreleri.

Kendisi aramızda olsaydı bir çırpıda tuvalinin karşısına geçer ve Soma’da eşini, çocuğunu, kardeşini kaybeden annelerin, evlatların, eşlerin ifadelerini boyamaya çalışırdı sanıyorum. Hepsi de muhteşem olurdu.

Ama ben olsam sanatçının sağlığında resimlediği ve geçtiğimiz aylarda yayımlanan Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 101 Portre kitabının kapağındaki ‘’Çığlık’’ portresini seçerdim bu acıyı yansıtmak için.

Evin Sanat’ta kayıtlı travmatik yüzlerce “yüz” ve “Çığlık” eserine ilişkin Ümit İyem’in, Anadolu’da sıklıkla yaşanan felaketlerden yola çıkarak yapılan sembolik bir resim kimliğiyle, yaşanan sıkıntıların karşısında Anadolu insanın çaresizliğine, sömürülmesine, kadının ezilmişliğine bir isyan ve bir çığlık niteliğindeki tanımı, yeterli bir neden bu çalışmanın Soma acısının ifadesi olması için…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder