Estetik,
sanat eserlerinin varoluş ölçüsüdür. Bir başka anlatımla,
sanat verimini güzel, değerli ve kabul edilebilir kılan ölçü,
estetiktir. Estetiğin ne olduğu tartışmaları neredeyse insanlık
tarihi kadar eskidir. Sanat yapıtlarındaki güzel, değerli ve
kabul edilebilir üzerine sayısız yorum, eleştiri kuramlarını
oluşturmaktadır.
Sanat
yapıtlarının değerini belirlemede ilkin, eserlerin dış dünya
ile olan ilişkisine bakılmış; tuvalde görünenin, çevresindeki
ideal olanı yansıtmadaki başarısının eserin değerine işaret
ettiği düşünülmüştür. Dış dünyayı yansıtan eser,
içeriğinde, iyi bilgiyi aksettirmeli; ahlâk, politika ve psikoloji
gibi konularda izleyiciyi doğru yola götürmelidir. Bu durumda
estetik unsur, eserin yansıttığı konunun incelenmesiyle
değerlendirilir.
Rönesans
Dönemi'nde ortaya çıkan romantizmle ise şiir, resim ve edebiyatta
anlatımcı bir dönem başlar. Sanat eserinin değerini, sanatçının
iç dünyasının aktarımında arayan bu bakış; estetik olanla
duyguları bir araya getirir. Bu noktada, bir tuval ressamı ya da
roman yazarının kişisel geçmişi ve deneyimleri, üretisinin
estetik değerinin belirlenmesinde önem kazanır; bu deneyimleri
izleyiciye/okura ne ölçüde hissettirdiği de ayrıca değer haline
gelir.
Yirminci
yüzyıla yaklaşıldığında ve bu yüzyıl içinde; Yeni Eleştiri,
Yapısalcılık ve Alımlama Estetiği görülür. Bu kuramların
Yeni Eleştiri ve Yapısalcılık olmak üzere ilk ikisinde, inceleme
esere yönelir; biçimsel nitelikler değer ifade eder. Biçimsel
nitelikler eserin teması, nesneleri, simgeleri, desen örgüsü ve
anlatımıdır ve bütün bunların başarısı, incelenen eserin
estetik değerini belirler. Yalnız Yapısalcılık bu biçimsel
değerler ardındaki genel sistemi arar.
Alımlama
Estetiğinde ise okur, daha doğrusu eser ile okur arasındaki
işbirliği önem kazanır. Sanat eseri ve okuru/izleyicisi arasında
bir alışverişi zorunlu kılan modern metinler, gerek resimde gerek
edebiyatta olsun, sanatçıyla okurun, esere birlikte anlam
verdikleri bir süreci gösterir.
Yirmi
birinci yüzyılın ilk çeyreğindeki günümüz yapıtları, biz
yapıt okuyuculara, bir tek estetik kurama indirgenmeyecek kadar
çeşitli estetik ölçülere sahip modern tuval/yazım örnekleri
sunuyor elbette.
Bu
nedenle; tuvallerinin estetik değerleri, bu yazımızın konusunu
oluşturan Cansen Ercan ve Hakan Cingöz'ün sanatını tek bir
estetik kuramdan incelemek yanlış olabilir. Çeşitli estetik
ölçüleri bir araya getiren eklektik bir yaklaşım, Ercan ve
Cingöz'ün eserlerindeki güzellikleri daha iyi anlamamızda bize
yardım edebilir.
“Herkes
Hayal Kurar1”
Evin
Sanat Galerisi'nde, 2011 yılında düzenlenen ikinci kişisel
sergisinde söze bu cümleyle başlıyor Hakan Cingöz: “Bütün
kalpler hayal kurar. Gözler ne kadar açık olursa olsun, içinde
uyuyan kalpler vardır.”
Bu
cümle sanatçının resme bakış açısını tanımlıyor ancak
tümünü yansıtmıyor. Zengin bir iç dünyanın varlığı,
özlenen bir durumun beklenişi ya da hatırlanışı, cümleden
çıkarılabilen yetkin bir sonuç olsa da özlenen durumun ne olduğu
sezdirilmiyor ki aslında bu, eserlerin büyük bir bölümünün
incelenmesi en azından görülmesiyle sezilebilen bir durum.
Cingöz'ün
eserlerine daha bir eğildiğimizde, eserlerin büyük bir bölümünde,
özlenen bir geçmişin izleyiciye sezdirilmeye çalıştığı
söylenebilir. Figürlerin olmazsa olmazlar olarak belirdiği
tuvalleri; otoportrelerinden insan portrelerine, farklı insan
hallerinin, özlemin kimi zaman umutla birleştiği ruh dünyalarının
sezilmesinde aracı oluyor.
Neyin
özlendiği, daha doğrusu figürlere sinmiş melakolik ruh halinin
neden kaynaklandığı, ressamın yetmişli yılların sonlarına
doğru dünyaya gelmesi, seksenli ve doksanlı yıllarda ilk
gençliğini geçirmiş olmasıyla anlaşılabilir bir bakıma.
1977'de İstanbul'da doğan Hakan Cingöz genel olarak, seksen ve
doksanların yaşam örgüsüyle iki binli yılların kaotik yaşam
akışı arasında şıkışan biz otuz beş yaş sonrası kuşağın
kişisel ve toplumsal sorunlarını aktarıyor aslında. Apolitik,
bireysel; teknolojiye yakın ama çocukluğundaki saklambaç
oyunlarını da unutmayan bir neslin kimi açılardan kimliksiz,
sancılı geçiş ve özleyiş süreçlerini anlatıyor.
Figürlerde
sezilen boşluk, bunalım ve sıkıntının, seksenli yıllar
kuşağının eğilim gösterdiği 'hüznü sevme' halinin
aktarılmasında etkili olduğunu ifade etmek ve resimlerde görülen
melankolinin olumsuz anlamda ele alınmadığını belirtmek isteriz.
Melankolik tavır, hem bir ölçüde kimlik sıkıntısı çeken bir
neslin duygularını aktarmada önemli bir araç hem de Rönesans
devrinin klasik ressamlarını kimi yönleriyle takip eden Hakan
Cingöz'ün pentür dilini oluşturmada kilit bir vurgu.
Gerçekten
de Cingöz, Akademi'de aldığı resim eğitimi boyunca klasik
ressamların, özellikle Rembrand'ın resim dilini çok iyi öğrenmiş
ve klasik bilgileri kendi pentür dilinde olumlu bir biçimde
uyarlamıştır. Karanlığın kullanımı, ışığın belirli
noktalarda yoğunlaşması, koyu ve yoğun bir anlatım biçimini
büyük ölçüde teatral bir görünüme büründürmüştür. Öyle
ki, birkaç figürün bir araya geldiği tuvallerinde, kişilerin
bakışlarından jestlerine tüm beden dilleri, belirli sahnesi
anlatılan bir tiyatro oyununu akla getirmektedir.
Resimlerde
insanı içine çeken bu teatral ortam ve betimlemelerin, ressamın
çok yetkin desen bilgisiyle başarıya ulaştığını da söylemek
gerekiyor. İzleyicisini tümden itmeden onun esere anlam vermesine
olanak tanıyan anlatımcı bir üslûbun, başarısı çok belirgin
bir desen diliyle kendini ifade etmesi özellikle önemli...
Hakan
Cingöz, biraz daha yakından.
Hakan
Cingöz 1977 İstanbul doğumlu. Mimar Sinan Üniversitesi ya da
bilinen ismiyle Akademi'nin Resim Bölümü'den 2004 yılında mezun
oldu, aynı üniversitede litografi öğrendi ve Resim Bölümü'nde
yüksek lisans derecesi aldı. 2007'de Nuri İyem Resim Ödülü'nü
kazandı, o tarihten itibaren Evin Sanat Galerisi'nde 2009 ve 2011
yılları olmak üzere iki kişisel sergi açtı. Pek çok karma
sergiye de katılan Hakan Cingöz çok büyük ölçüde yağlıboya
ile çalışmakta ve Evin Sanat Galerisi'nde Aralık 2013'te açılması
planlanan üçüncü kişisel sergisinin hazırlıklarını
sürdürmektedir.
Bir
tiyatro ya da roman kahramanı gibi tuvallerinde görülen figürler,
bireyin çeşitli ruh hallerini; bilinçaltı vurguları, sembolizm,
melankoli ve şiirsel üslûpla aktarıyor. Figüre eğilen,
özellikle de portreye önem veren Hakan Cingöz'ün eserlerinin
küçük ama önemli bir bölümü Eyüp ve Haliç manzaralarını
içermekte. Bu resimler de desen ve anlatım bakımından güçlü ve
belki de sanatçının önümüzdeki dönemde daha fazla eğileceği
anlatımlardan...
“Resmin
bir matematiği var”
Estetik
bir değere ulaşmak için resmin yüzeyinin nasıl planlanacağı
biçimsel bir sorundur. Bu her ne kadar tüm ressamları ilgilendiren
bir konu olsa da desen araştırmalarını sanat çabasının
eksenine alan sanatçılar için daha elzemdir.
Ressam
Cansen Ercan'ın resimleri böyle bir çabanın, düzenli bir desen
arayışının yetkin ürünleri... Plastik dokuyu konunun önüne
alan tuvalleri, yatay ve dikey çizgilerin oluşturduğu çeşitlilik
açısından son derece orijinal bir tuval yelpazesini okuyucuyla
buluşturuyor. Eserlerinde seçtiği yatay ve dikey desenlemelerin,
manzaralar ve portreler olmak üzere iki temel konuya gittiği
söylenebilir; ancak bu konular desenlerin doğal bir sonucu olarak
çıkıyor bir ölçüde. Resim yüzeyindeki plastik fonksiyonun
konuyu belirlediği, konunun çizgiden sonra oluştuğu, eserler
dikkatle incelendiğinde kendini gösteriyor.
Plastik
değerlerinin resmin konusunu daha sonra da o konunun duygusunu
belirlemesi, Cansen Ercan'ın resimlerinin büyük ölçüde biçimsel
bir bakış açısıyla incelenmesi gerektiğini akla getiriyor.
Resme 'resim' tarafından bakan, çizginin sınırlarında
yapabileceklerini bıkıp usanmadan araştıran Ercan'ın eserleri,
çizgilerin doğurduğu anlamı da okuyucuya gümüş tepside
sunmuyor; ekspresyonist ve özellikle ilk dönemde daha kübist bir
görünüm sergileyen desenler; anlamlarının anlaşılmasında
izleyicilerinden de çaba bekliyor.
Gerçekten
de biraz öteden bakıldığında manzara/kent çeşitlemeleri ve
farklı insan portreleri olarak görünen bu çalışmalar,
yaklaşıldığında son derece detaylı bir çizgi araştırmasının
sonuçları ve konunun desene hizmet ettiği çok rahat
anlaşılabiliyor. Ressamın izleyiciden istediği de tam bu yönde
şekilleniyor; bekliyor ki izleyici konudan uzaklaşıp desenin içine
girsin, resimdeki nesnelerin resimsel değerlerini fark etsin ve
nesnelerin sırf estetik değerleri için resim içinde olduklarını
algılasın, nesnelerin oluşturduğu duygulara sonra geçsin. Bu,
bir ölçüde resim sanatını biraz bilen ve soyutlamayı seven bir
izleyici gözünü gerektiriyor.
Resmin
kendi içinde bir matematiği olduğuna inanan Cansen Ercan'a
yirminci yüzyıl resmi, zengin ifade olanakları vermiş. 1958 Kars
doğumlu sanatçı, 1982'de Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset
Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nden mezun oldu. Daha sonra
Akademi'nin Resim Bölümü'nde okumaya başladı, Neşet Günal –
Neş'e Erdok atölyesine devam etti ve 1987'de buradan da lisans
derecesi alarak yüksek lisans çalışmalarına başlayarak 2010
yılında master derecesini almaya hak kazandı.
Resmin
kendi içindeki matematiğinin biçimsel dengeyle verilebileceğine
inanan resimlerini anlamaya giden yol eserlerin tekniğini anlamaktan
geçiyor. Resim yüzeylerinde belirli bir konuya yelken açan
nesneler ve bunlar arasındaki bağlantı eserlerdeki estetiğin
yakalanmasında kilit konumda. Gerçekten de nesnelerin yatay ve
çizgilerle oluşturduğu uyum, ressamın bilinçli seçtiği
grileştirilmiş renk skalasıyla birleşince, ortaya son derece
yetkin sanat örnekleri çıkıyor.
Resimlerinde
kullanılan renkleri incelediğimizde; ressamın kendi sözcükleriyle,
bilinçli olarak 'grileştirilmiş' dedi; çünkü sanatçı renkleri
saf halleriyle kullanmıyor. Resim atmosferinde grileştirilmiş renk
skalasına büyük önem veren Cansen Ercan'ın eserlerindeki
desenler; bu grileştilmiş renk tonlarıyla öne çıkıyor,
ressamın vurgulamak istediği biçim etkisini, konudan çok çizgiyi,
bir füzen kalemin oluşturduğu etkili etkiyi anımsatırcasına
güçlendiriyor, vurgulu hale getiriyor.
Gerek
akriliklerinde, gerekse de çok başarılı olduğu pastel
resimlerinde söz konusu tonlamayı kullanması Cansen Ercan'ın
desenlerinin temelinde olan matematiksel sistemi izleyiciye ayrıca
hissettiriyor..
Üslûp
açısından eserlerinde son yıllarda daha çizgi ağırlıklı bir
resim dili benimsenmiş, öğrenciliğinde daha eğilimli olduğu
lekeci biçimleme yerini 2000'lerden sonra daha net bir anlatıma
bırakmıştır. Ancak eski ve yeni resimlerinde değişmeyen bir şey
var; o da Ercan'ın desenlerinde kendini saklaması. Kendini hiç
tanıtmadan yalnızca deseni izleyicinin önüne koyuyor ve
çizgileriyle modern resmin güzelliğini bir kez daha hissettiriyor.
Figüratif
görünen ama aslında oldukça soyut olan bu resimler, duygudan
yoksun olmayan 'akılcı' desenlerin birlikteliği....
Sergileri
üzerine:
Cansen
Ercan 1989'dan itibaren çok sayıda karma ve kişisel sergiye
katıldı ve son kişisel sergisini Aralık 2012'de Evin Sanat
Galerisi'nde açtı. 4 Aralık'ta başlayan ve 5 Ocak tarihine kadar
uzatılan sergideki resimleriyle ilgili sanatçı şunları söylüyor:
“Resimlerimi
gözden geçirdiğimde, yalın biçimlerle kurulu kompozisyonlarımın
sakin atmosferlerinin gri ve grileştirilmiş paletle desteklendiğini
görüyorum. Birçok işimde çizginin hakim olduğunu, çizgilerin
yoğunlaşarak ya da ayrışarak biçimi oluşturduğunu, aynı
zamanda resim yüzeyine dinamizm kazandırdığını söyleyebilirim.
En öznel damarın, gündelik yaşam içinde anlamını bulan,
sanatçının en yalın ve taze, dokunulmamış yanının, desen
çizmek esnasında ortaya çıktığını düşünüyorum.”
********
Evin Sanat Galerisi'nin iki önemli ressamı Hakan Cingöz ve Cansen Ercan'ı incelemeye çalıştığımız yazımızda, makalenin başında yer alan soruya verilecek yanıt genel olarak, hayal ve aklın her ikisinde de kendine özgü dilde bulunan estetiğin, Cingöz ve Ercan resimlerinde tutarlı ve yetkin ölçüde yer aldığıdır.
Melike Ayça
Güzel
Sanat Dünyamız
Mayıs-Haziran 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder