17 Haziran 2013 Pazartesi

Cansen Ercan ve Hakan Cingöz Resminde Estetik



Estetik, sanat eserlerinin varoluş ölçüsüdür. Bir başka anlatımla, sanat verimini güzel, değerli ve kabul edilebilir kılan ölçü, estetiktir. Estetiğin ne olduğu tartışmaları neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Sanat yapıtlarındaki güzel, değerli ve kabul edilebilir üzerine sayısız yorum, eleştiri kuramlarını oluşturmaktadır.



Sanat yapıtlarının değerini belirlemede ilkin, eserlerin dış dünya ile olan ilişkisine bakılmış; tuvalde görünenin, çevresindeki ideal olanı yansıtmadaki başarısının eserin değerine işaret ettiği düşünülmüştür. Dış dünyayı yansıtan eser, içeriğinde, iyi bilgiyi aksettirmeli; ahlâk, politika ve psikoloji gibi konularda izleyiciyi doğru yola götürmelidir. Bu durumda estetik unsur, eserin yansıttığı konunun incelenmesiyle değerlendirilir.



Rönesans Dönemi'nde ortaya çıkan romantizmle ise şiir, resim ve edebiyatta anlatımcı bir dönem başlar. Sanat eserinin değerini, sanatçının iç dünyasının aktarımında arayan bu bakış; estetik olanla duyguları bir araya getirir. Bu noktada, bir tuval ressamı ya da roman yazarının kişisel geçmişi ve deneyimleri, üretisinin estetik değerinin belirlenmesinde önem kazanır; bu deneyimleri izleyiciye/okura ne ölçüde hissettirdiği de ayrıca değer haline gelir.



Yirminci yüzyıla yaklaşıldığında ve bu yüzyıl içinde; Yeni Eleştiri, Yapısalcılık ve Alımlama Estetiği görülür. Bu kuramların Yeni Eleştiri ve Yapısalcılık olmak üzere ilk ikisinde, inceleme esere yönelir; biçimsel nitelikler değer ifade eder. Biçimsel nitelikler eserin teması, nesneleri, simgeleri, desen örgüsü ve anlatımıdır ve bütün bunların başarısı, incelenen eserin estetik değerini belirler. Yalnız Yapısalcılık bu biçimsel değerler ardındaki genel sistemi arar.



Alımlama Estetiğinde ise okur, daha doğrusu eser ile okur arasındaki işbirliği önem kazanır. Sanat eseri ve okuru/izleyicisi arasında bir alışverişi zorunlu kılan modern metinler, gerek resimde gerek edebiyatta olsun, sanatçıyla okurun, esere birlikte anlam verdikleri bir süreci gösterir.


Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğindeki günümüz yapıtları, biz yapıt okuyuculara, bir tek estetik kurama indirgenmeyecek kadar çeşitli estetik ölçülere sahip modern tuval/yazım örnekleri sunuyor elbette.



Bu nedenle; tuvallerinin estetik değerleri, bu yazımızın konusunu oluşturan Cansen Ercan ve Hakan Cingöz'ün sanatını tek bir estetik kuramdan incelemek yanlış olabilir. Çeşitli estetik ölçüleri bir araya getiren eklektik bir yaklaşım, Ercan ve Cingöz'ün eserlerindeki güzellikleri daha iyi anlamamızda bize yardım edebilir.



Herkes Hayal Kurar1



Evin Sanat Galerisi'nde, 2011 yılında düzenlenen ikinci kişisel sergisinde söze bu cümleyle başlıyor Hakan Cingöz: “Bütün kalpler hayal kurar. Gözler ne kadar açık olursa olsun, içinde uyuyan kalpler vardır.”



Bu cümle sanatçının resme bakış açısını tanımlıyor ancak tümünü yansıtmıyor. Zengin bir iç dünyanın varlığı, özlenen bir durumun beklenişi ya da hatırlanışı, cümleden çıkarılabilen yetkin bir sonuç olsa da özlenen durumun ne olduğu sezdirilmiyor ki aslında bu, eserlerin büyük bir bölümünün incelenmesi en azından görülmesiyle sezilebilen bir durum.



Cingöz'ün eserlerine daha bir eğildiğimizde, eserlerin büyük bir bölümünde, özlenen bir geçmişin izleyiciye sezdirilmeye çalıştığı söylenebilir. Figürlerin olmazsa olmazlar olarak belirdiği tuvalleri; otoportrelerinden insan portrelerine, farklı insan hallerinin, özlemin kimi zaman umutla birleştiği ruh dünyalarının sezilmesinde aracı oluyor.



Neyin özlendiği, daha doğrusu figürlere sinmiş melakolik ruh halinin neden kaynaklandığı, ressamın yetmişli yılların sonlarına doğru dünyaya gelmesi, seksenli ve doksanlı yıllarda ilk gençliğini geçirmiş olmasıyla anlaşılabilir bir bakıma. 1977'de İstanbul'da doğan Hakan Cingöz genel olarak, seksen ve doksanların yaşam örgüsüyle iki binli yılların kaotik yaşam akışı arasında şıkışan biz otuz beş yaş sonrası kuşağın kişisel ve toplumsal sorunlarını aktarıyor aslında. Apolitik, bireysel; teknolojiye yakın ama çocukluğundaki saklambaç oyunlarını da unutmayan bir neslin kimi açılardan kimliksiz, sancılı geçiş ve özleyiş süreçlerini anlatıyor.



Figürlerde sezilen boşluk, bunalım ve sıkıntının, seksenli yıllar kuşağının eğilim gösterdiği 'hüznü sevme' halinin aktarılmasında etkili olduğunu ifade etmek ve resimlerde görülen melankolinin olumsuz anlamda ele alınmadığını belirtmek isteriz. Melankolik tavır, hem bir ölçüde kimlik sıkıntısı çeken bir neslin duygularını aktarmada önemli bir araç hem de Rönesans devrinin klasik ressamlarını kimi yönleriyle takip eden Hakan Cingöz'ün pentür dilini oluşturmada kilit bir vurgu.



Gerçekten de Cingöz, Akademi'de aldığı resim eğitimi boyunca klasik ressamların, özellikle Rembrand'ın resim dilini çok iyi öğrenmiş ve klasik bilgileri kendi pentür dilinde olumlu bir biçimde uyarlamıştır. Karanlığın kullanımı, ışığın belirli noktalarda yoğunlaşması, koyu ve yoğun bir anlatım biçimini büyük ölçüde teatral bir görünüme büründürmüştür. Öyle ki, birkaç figürün bir araya geldiği tuvallerinde, kişilerin bakışlarından jestlerine tüm beden dilleri, belirli sahnesi anlatılan bir tiyatro oyununu akla getirmektedir.


Resimlerde insanı içine çeken bu teatral ortam ve betimlemelerin, ressamın çok yetkin desen bilgisiyle başarıya ulaştığını da söylemek gerekiyor. İzleyicisini tümden itmeden onun esere anlam vermesine olanak tanıyan anlatımcı bir üslûbun, başarısı çok belirgin bir desen diliyle kendini ifade etmesi özellikle önemli...



Hakan Cingöz, biraz daha yakından.



Hakan Cingöz 1977 İstanbul doğumlu. Mimar Sinan Üniversitesi ya da bilinen ismiyle Akademi'nin Resim Bölümü'den 2004 yılında mezun oldu, aynı üniversitede litografi öğrendi ve Resim Bölümü'nde yüksek lisans derecesi aldı. 2007'de Nuri İyem Resim Ödülü'nü kazandı, o tarihten itibaren Evin Sanat Galerisi'nde 2009 ve 2011 yılları olmak üzere iki kişisel sergi açtı. Pek çok karma sergiye de katılan Hakan Cingöz çok büyük ölçüde yağlıboya ile çalışmakta ve Evin Sanat Galerisi'nde Aralık 2013'te açılması planlanan üçüncü kişisel sergisinin hazırlıklarını sürdürmektedir.



Bir tiyatro ya da roman kahramanı gibi tuvallerinde görülen figürler, bireyin çeşitli ruh hallerini; bilinçaltı vurguları, sembolizm, melankoli ve şiirsel üslûpla aktarıyor. Figüre eğilen, özellikle de portreye önem veren Hakan Cingöz'ün eserlerinin küçük ama önemli bir bölümü Eyüp ve Haliç manzaralarını içermekte. Bu resimler de desen ve anlatım bakımından güçlü ve belki de sanatçının önümüzdeki dönemde daha fazla eğileceği anlatımlardan...



Resmin bir matematiği var



Estetik bir değere ulaşmak için resmin yüzeyinin nasıl planlanacağı biçimsel bir sorundur. Bu her ne kadar tüm ressamları ilgilendiren bir konu olsa da desen araştırmalarını sanat çabasının eksenine alan sanatçılar için daha elzemdir.





Ressam Cansen Ercan'ın resimleri böyle bir çabanın, düzenli bir desen arayışının yetkin ürünleri... Plastik dokuyu konunun önüne alan tuvalleri, yatay ve dikey çizgilerin oluşturduğu çeşitlilik açısından son derece orijinal bir tuval yelpazesini okuyucuyla buluşturuyor. Eserlerinde seçtiği yatay ve dikey desenlemelerin, manzaralar ve portreler olmak üzere iki temel konuya gittiği söylenebilir; ancak bu konular desenlerin doğal bir sonucu olarak çıkıyor bir ölçüde. Resim yüzeyindeki plastik fonksiyonun konuyu belirlediği, konunun çizgiden sonra oluştuğu, eserler dikkatle incelendiğinde kendini gösteriyor.



Plastik değerlerinin resmin konusunu daha sonra da o konunun duygusunu belirlemesi, Cansen Ercan'ın resimlerinin büyük ölçüde biçimsel bir bakış açısıyla incelenmesi gerektiğini akla getiriyor. Resme 'resim' tarafından bakan, çizginin sınırlarında yapabileceklerini bıkıp usanmadan araştıran Ercan'ın eserleri, çizgilerin doğurduğu anlamı da okuyucuya gümüş tepside sunmuyor; ekspresyonist ve özellikle ilk dönemde daha kübist bir görünüm sergileyen desenler; anlamlarının anlaşılmasında izleyicilerinden de çaba bekliyor.



Gerçekten de biraz öteden bakıldığında manzara/kent çeşitlemeleri ve farklı insan portreleri olarak görünen bu çalışmalar, yaklaşıldığında son derece detaylı bir çizgi araştırmasının sonuçları ve konunun desene hizmet ettiği çok rahat anlaşılabiliyor. Ressamın izleyiciden istediği de tam bu yönde şekilleniyor; bekliyor ki izleyici konudan uzaklaşıp desenin içine girsin, resimdeki nesnelerin resimsel değerlerini fark etsin ve nesnelerin sırf estetik değerleri için resim içinde olduklarını algılasın, nesnelerin oluşturduğu duygulara sonra geçsin. Bu, bir ölçüde resim sanatını biraz bilen ve soyutlamayı seven bir izleyici gözünü gerektiriyor.



Resmin kendi içinde bir matematiği olduğuna inanan Cansen Ercan'a yirminci yüzyıl resmi, zengin ifade olanakları vermiş. 1958 Kars doğumlu sanatçı, 1982'de Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nden mezun oldu. Daha sonra Akademi'nin Resim Bölümü'nde okumaya başladı, Neşet Günal – Neş'e Erdok atölyesine devam etti ve 1987'de buradan da lisans derecesi alarak yüksek lisans çalışmalarına başlayarak 2010 yılında master derecesini almaya hak kazandı.



Resmin kendi içindeki matematiğinin biçimsel dengeyle verilebileceğine inanan resimlerini anlamaya giden yol eserlerin tekniğini anlamaktan geçiyor. Resim yüzeylerinde belirli bir konuya yelken açan nesneler ve bunlar arasındaki bağlantı eserlerdeki estetiğin yakalanmasında kilit konumda. Gerçekten de nesnelerin yatay ve çizgilerle oluşturduğu uyum, ressamın bilinçli seçtiği grileştirilmiş renk skalasıyla birleşince, ortaya son derece yetkin sanat örnekleri çıkıyor.



Resimlerinde kullanılan renkleri incelediğimizde; ressamın kendi sözcükleriyle, bilinçli olarak 'grileştirilmiş' dedi; çünkü sanatçı renkleri saf halleriyle kullanmıyor. Resim atmosferinde grileştirilmiş renk skalasına büyük önem veren Cansen Ercan'ın eserlerindeki desenler; bu grileştilmiş renk tonlarıyla öne çıkıyor, ressamın vurgulamak istediği biçim etkisini, konudan çok çizgiyi, bir füzen kalemin oluşturduğu etkili etkiyi anımsatırcasına güçlendiriyor, vurgulu hale getiriyor.


Gerek akriliklerinde, gerekse de çok başarılı olduğu pastel resimlerinde söz konusu tonlamayı kullanması Cansen Ercan'ın desenlerinin temelinde olan matematiksel sistemi izleyiciye ayrıca hissettiriyor..



Üslûp açısından eserlerinde son yıllarda daha çizgi ağırlıklı bir resim dili benimsenmiş, öğrenciliğinde daha eğilimli olduğu lekeci biçimleme yerini 2000'lerden sonra daha net bir anlatıma bırakmıştır. Ancak eski ve yeni resimlerinde değişmeyen bir şey var; o da Ercan'ın desenlerinde kendini saklaması. Kendini hiç tanıtmadan yalnızca deseni izleyicinin önüne koyuyor ve çizgileriyle modern resmin güzelliğini bir kez daha hissettiriyor.



Figüratif görünen ama aslında oldukça soyut olan bu resimler, duygudan yoksun olmayan 'akılcı' desenlerin birlikteliği....



Sergileri üzerine:



Cansen Ercan 1989'dan itibaren çok sayıda karma ve kişisel sergiye katıldı ve son kişisel sergisini Aralık 2012'de Evin Sanat Galerisi'nde açtı. 4 Aralık'ta başlayan ve 5 Ocak tarihine kadar uzatılan sergideki resimleriyle ilgili sanatçı şunları söylüyor:


Resimlerimi gözden geçirdiğimde, yalın biçimlerle kurulu kompozisyonlarımın sakin atmosferlerinin gri ve grileştirilmiş paletle desteklendiğini görüyorum. Birçok işimde çizginin hakim olduğunu, çizgilerin yoğunlaşarak ya da ayrışarak biçimi oluşturduğunu, aynı zamanda resim yüzeyine dinamizm kazandırdığını söyleyebilirim. En öznel damarın, gündelik yaşam içinde anlamını bulan, sanatçının en yalın ve taze, dokunulmamış yanının, desen çizmek esnasında ortaya çıktığını düşünüyorum.”



********


Evin Sanat Galerisi'nin iki önemli ressamı Hakan Cingöz ve Cansen Ercan'ı incelemeye çalıştığımız yazımızda, makalenin başında yer alan soruya verilecek yanıt genel olarak, hayal ve aklın her ikisinde de kendine özgü dilde bulunan estetiğin, Cingöz ve Ercan resimlerinde tutarlı ve yetkin ölçüde yer aldığıdır.





Melike Ayça Güzel
Sanat Dünyamız 
Mayıs-Haziran 2013








1Hakan Cingöz, 2011.

Cansen Ercan 












Hakan Cingöz



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder