Taç Mahal “Aşkın
Süsü”
Az
önce sevdiği kadını elektrikli sandalyede kaybetmişti. Yıllar
öncesinin koyu suçu, yirmi yıl sonra hatasını kabullenip
içindeki güzellikleri keşfetmeyi deneyen sanık ile avukatının,
yani kendisinin arasına bir ölüm sessizliğinde girmişti. Artık
orada kalamazdı, elinde onun çizdiği karakalem desenler, yüzünde
naif bir acıyla kendini Hindistan’a, Taç Mahal’e götürdü.
Şah Cihan’ın karısına olan aşkının sindiği yapının
muhteşem simetrilerinde, onu ve biraz da kendi ruhunu aramak için…
Sharon
Stone ve Rob Morrow’un başrollerini paylaştıkları 1996 yapımlı
“The Last Dance (Son Dans) filminin son karesi anlatmaya
çalıştığım… Rob Morrow’un, Avukat Rick Hayes rolünde, Taç
Mahal’in geniş avlusunda göründüğü sahne, yüzyılların süsü
olan bu yapının eşliğinde daha bir etkileyici. Şah Cihan’ın,
ya da orijinal adıyla Hürrem’in, on dördüncü çocuklarını
dünyaya getirirken ölen karısı Mümtaz Mahal’in anısına
yaptırdığı Taç Mahal yalnızca “Son Dans” filminin
kadrajıyla tanınmıyor elbette; dünyanın harikalarından biri
olarak kabul edilen bu eser, günde ortalama on bin kişilik
ziyaretçisiyle, bir erkeğin bir kadına duyduğu aşkın olumlu
yönlerini enfes bir biçimde dile getirmekte.
Toplumsal
belleğinde, Hürrem ismini, bir kadın ismi şeklinde Hürrem
Sultan’la özdeşleştiren bir toplumun üyesi olarak, “şen,
sevinçli, gönül açan, körpe, taze” gibi anlamlara gelen
Hürrem’in bir erkek ismi olarak kullanılması gülümsetti beni.
Ayrıca, Eski Hindistan’da, kraliyet mensuplarının imparatorluk
imparatoriçelik gibi görevlere getirildiklerinde isimlerine
lakaplar eklenmesi, bir anlamda yeniden isimlendirilmeleri de ilgi
çekici. Uğruna duvarları mücevherlerle bezeli şaheser yaptırılan
Mümtaz Mahal’in imparatoriçe olmadan önceki adının Ercümend
Banu Begüm; Şah Cihan’ın halası, ilerleyen satırlarda
bahsedeceğim Nur Cihan’ın eski ismininse Mihrünisa olduğunu
bilmiyordum.
Mermerdeki
mücevherler: İhtişam ve sadelik
1631’de
başlayan, yaklaşık yirmi iki yılda yirmi iki bin işçi
çalıştırılarak inşa ettirilen Taj Mahal, yüzyıllardan beri
aşk için yapılan en önemli abidelerden biri olarak düşünülüyor.
Beyaz saf mermerden olağanüstü görüntüsüyle, güneşin doğuşu
ve batışında özellikle nefes kesici olduğu söylenen yapının,
Hindistan ve Asya’nın farklı bölgelerinden getirilmiş
materyallerle oluşturulduğu, 1000’in üzerinde filin yapı
malzemelerini taşımada kullanıldığı; beyaz mermerlerin
Rajastan’dan, kristallerin Çin’den, safirlerin Sri Lanka’dan
getirildiği, yirmi sekiz tür değerli ve yarı değerli taşın
beyaz mermerin içine nakşedildiği belirtiliyor. Böyle bir
ihtişamda aynı zamanda sadeliği görmek şaşırtıyor insanı;
mermere hakkedilen mücevherler, yapının incelikli mimarisindeki
ışık oyunlarıyla parıldarken, mermerin beyazlığı ince bir el
oyasının zarif sadeliğini yansıtıyor, ihtişam sadelikle iç içe
geçiyor.
Şah
Cihan’ın, Taj Mahal’i yapılaştıran ustabaşının, daha
güzelini yapamasın diye elini kestirme çılgınlığına neden
olan aşkı, yakın geçmiş ve günümüz aşıklarında “daha
hafif” çılgınlıklar şeklinde gözlenmekte. Amerikalı
araştırmacı Dan Bova’nın, tarihin -kendisine göre- en dikkate
değer romantik jestlerini çıkardığı listede, Richard Burton’un
iki kez evlenip boşandığı eşi Elizabeth Taylor’a hediye ettiği
69,42 kıratlık elmas; Eric Clapton’un, arkadaşı George
Harrison’un karısı Pattie Boyd’a olan tutkusu için Leyla ile
Mecnun fenomeninden esinlenerek yazdığı “Layla” şarkısı ve
akabinde Boyd’un George Harrison’dan ayrılarak Eric Clapton’la
dokuz yıl süren bir evliliğe adım atışı anılan listede yer
alan aşklardan yalnızca birkaçı. Marilyn Monroe’nun eski kocası
Joe DiMaggio’nun, Monroe’nun intiharından sonra sanatçının
mezarına yirmi yıl boyunca her hafta üç kez gül göndermesi ve
Ben Affleck’in Jennifer Lopez’e yüz beş bin dolarlık, üzerinde
değerli taşları olan tuvalet oturağı satın alması bu listedeki
aşklara ve çılgınlıklara diğer örnekler…
Şah
Cihan, Taç Mahal ve diğerleri...
Şah
Cihan’la Mümtaz Mahal’in öyküsü ölüm döşeğinde yeniden
başlamış bir bakıma. Karısını kollarında ölüme uğurlayan
Şah, kimi kayıtlara göre, eşinin son arzusuna uyarak aşkları
adına, konuştuğumuz anıtı yaptırmaya girişmiş. Sevilen
eşin bir isteği daha olmuş kocasından; “Bir daha asla evlenme!”
Gerçekten de Şah bir daha evlenmemiş, dahası depresyona girerek
dünyadan elini eteğini çekmiş. Bunalımını, ailenin tarihinde
ayrı bir önemli kişilik olan kızı Jahanara’nın yardımıyla
atlattıktan sonra kendini müthiş bir enerjiyle Taç Mahal’in
inşasına adamış. Bunun için dünyanın çeşitli köşelerinden
en önemli İslam mimarlarını, hattatlarını, oymacılarını ve
duvar ustalarını biraraya getirmiş, yaptırdığı bahçedeki
harikulade çiçeklerin kokusu görenlerin başını döndürüyormuş.
Ustalar
yirmi iki yıl gibi bir süre içinde, 1653’te, inşaatı bütünüyle
bitirmişler.
Müslüman
sanatının en güzel mücevherlerinden biri olarak kabul edilen bu
anıta çiçeklerle çevrelenmiş aynı bahçelerden giriliyor hâlâ…
Ana kubbesinin yüksekliği seksen iki metre, ön tarafında ise uzun
bir havuz var. Hem güneyden hem de kuzeyden erişilebilecek şekilde
tasarlanmış mezarlık kompleksine ise mücevherlerle bezeli mermer
bir avludan çıkıyorsunuz. Mezarlığın batıya bakan Mekke
yönünde, ziyaretçilere ibadet imkanı sağlayan, kırmızı kum
taşından yapılmış muhteşem bir cami var; onun karşısında,
yani doğu yönündeyse, zamanında misafir evi olarak kullanılan
jawab(yanıt); Taç Mahal’de varolan muhteşem simetriyi, bana
Ferruh Başağa’nın resimlerini hatırlatan o nefis lirizmi
anlatıyor.
Falih
Rıfkı Atay, bir yazısında, burayla ilgili izlenim ve bilgilerini
şöyle aktarmış:
Hint yolculuğuna çıkarken, okuyarak veya
dolaşarak bu memleketi tanıyan herkesten aynı hasretli sözü
duyarsınız: "Demek Taç Mahal'i göreceksiniz". Ve
arkasından şu tavsiye: - "Fakat oraya hele ay ışığında
gitmelisiniz," Hindistan'a vardığımız zaman, sizi gezdirecek
olanlardan biri şu müjdeyi verir: - "Talihiniz varmış,
programda Ağra, tam mehtaba düşüyor." Ağra'da ise
tavsiyeler üçe çıkar: - "Şafak vakti Taç Mahal'in seyrine
doyum olmaz" yahut - "İçindeki işlemeleri, kakmaları
görmek için öğle vaktini seçmelisiniz:"
...........
Dış
kapının kemeri altından Taç Mahal'a bakıyoruz. Servili bir su
kanalının sonunda onun klasik olduğu kadar esrarlı güzelliği ve
bilhassa hatırası, bizi kendine doğru çekiyor. Geniş bir mermer
taraça ortasında büyük bir kubbe ve yanında daha küçük
kubbeler... Nisbetlerinde o kadar ahenk var ki uzaktan ezmeyici
hafifliği, yaklaştıkça, bir ihtişam manasına bürünür. Kapı
eşiğinde ise ulu ve baş döndürücü heybet alır.
...........
Taç
Mahal'i kim yaptı? Bu, uzun müddet münakaşa edilmiştir.
Türbedeki nisbetlerin ve çizgilerin temiz ahengini gören
sanatçılar, onu bir tek mimara mal etmek lazımdır, derler.
Halbuki Taç Mahal'de birçok mimar ve ustaların çalıştığını
biliyoruz. İngiliz Ansiklopedisi ve birçok sanat tarihçileri
İstanbul'dan gitme üstad İsa'nın adı üstünde birlikteler.
Fakat şimdi daha sağlam bir vesikamız vardır. Evrak
hazinelerinden Taç Mahal'e dair çıkan kağıtlara göre 28 mimar
ve ustalar arasında şunlar var: 1- Türkiye'den giden Mehmet İsa
Efendi. Mimar ve resmi (planı) yapan, 2- Türkiye'den gitme Settar,
(Hattat), 3- Semerkandlı Mehmet Şerif, Resimci (plancı), 4- Belhli
Mehmet Seccad (Dülger), 5- Türkiye'den gitme İsmail Efendi
(Kubbeyi yapan), 6- Türkiye'den gitme Mehmet (Hattat), 7- Buharalı
Ata Mehmet (Taş yontucusu). Görülüyor ki bu büyük Timur'un
dokuzuncu göbekten torunu Şah Cihan gibi yapıcılar da Türktürler.
* * * * * *
Ocak
2007’de, eserin yıpranan bölümleri ince restorasyonla onarılmaya
başlandı; ayrıca Atay’ın belirttiği isimlerin yanında,
2004’te, daha önce varlıkları bilinmeyen 670 duvar ustası ve
işçinin kumtaşına Arapça, Farsça ve Hindu dillerinde kazınmış
adları ve imzaları ortaya çıkarıldı. 2004 aynı zamanda Taç
Mahal’in üç yüz ellinci yıldönümü.
Böylesi
büyük bir aşkın sanattaki ve edebiyattaki izdüşümleri ne yönde
oldu dersiniz? Batı edebiyatı, konuya, özellikle Hindistan
Kraliyet Ailesi’nin özel yaşamına oldukça ilgi duyuyor. Özel
yaşamları derken; Mümtaz Mahal’in halası Nur Cihan’ın, belki
de bizim Hürrem Sultan misali son derece akıllı ve kurnaz bir
kişilik olduğunu belirtmek istiyorum. Nur Cihan, zekasıyla,
yalnızca ailesini saraya kabul ettirmekle kalmamış, perde
arkasından ülkeyi yöneterek büyük bir güç elde etmiş. Yaşamı,
Indu Sundaresan’ın tarihsel roman biçiminde kaleme aldığı
“Güller Şöleni” (The feast of Roses) adlı kitapta oldukça
detaylı inceleniyor. Dilimize, Nuran Birand Gözaydın’ın
çevirisiyle Literatür Yayıncılık tarafından kazandırılan ve
bazı yönleriyle önemli olan bu eser, bir başka büyük aşk olan
Nur Cihan - Şah Cihangir aşkına ışık tutmakla kalmıyor, Taç
Mahal’in yapılış sürecine de söz sahipliği ediyor. Nur
Cihan’a ilişkin diğer bir önemli kaynak da Mümtaz Mahal ile
Cihan Şah’ın kızı Jahanara’nın günlüklerinde var olmakta.
Jahanara, günlüğünde, Nur Cihan’a ilişkin “The Snake
(Yılan)” olarak bahsediyor.
Mustafa Miyasoğlu’nun
2003’te Konak Yayınları aracılığıyla yayımlanan anı-gezi
tadındaki “Bâbil’den Tac Mahal’e Zügüdar” adlı yapıtı
konuyla ilgili literatüre bir başka örnek.
Mümtaz
Mahal’le eşini resmeden minyatürler de konunun resim sanatına
yansımış yönü...
Kayıtlarda,
inanılmaz para, zaman ve enerji harcayarak kendini bu işe adayan
Cihan Şah’ın, bu davranışıyla, ülkesinin o dönem maruz
kaldığı emperyalist işgale karşı yeterince karşı koyamadığını
ve bu noktada oğlu tarafından tahttan alınıp odasına
hapsedildiğini okudum. Vefatından sonra eşinin yanına gömülen
Şah’ın, gözünün kendi yaşama sebebini unutacak kadar kör
olmamış olduğunu umuyorum.
Ayça Güzel,
Milliyet Sanat - Şubat 2007
Yararlanılan
kaynaklar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder