9 Nisan 2013 Salı

Taç Mahal

Taç Mahal “Aşkın Süsü”
Az önce sevdiği kadını elektrikli sandalyede kaybetmişti. Yıllar öncesinin koyu suçu, yirmi yıl sonra hatasını kabullenip içindeki güzellikleri keşfetmeyi deneyen sanık ile avukatının, yani kendisinin arasına bir ölüm sessizliğinde girmişti. Artık orada kalamazdı, elinde onun çizdiği karakalem desenler, yüzünde naif bir acıyla kendini Hindistan’a, Taç Mahal’e götürdü. Şah Cihan’ın karısına olan aşkının sindiği yapının muhteşem simetrilerinde, onu ve biraz da kendi ruhunu aramak için
Sharon Stone ve Rob Morrow’un başrollerini paylaştıkları 1996 yapımlı “The Last Dance (Son Dans) filminin son karesi anlatmaya çalıştığım… Rob Morrow’un, Avukat Rick Hayes rolünde, Taç Mahal’in geniş avlusunda göründüğü sahne, yüzyılların süsü olan bu yapının eşliğinde daha bir etkileyici. Şah Cihan’ın, ya da orijinal adıyla Hürrem’in, on dördüncü çocuklarını dünyaya getirirken ölen karısı Mümtaz Mahal’in anısına yaptırdığı Taç Mahal yalnızca “Son Dans” filminin kadrajıyla tanınmıyor elbette; dünyanın harikalarından biri olarak kabul edilen bu eser, günde ortalama on bin kişilik ziyaretçisiyle, bir erkeğin bir kadına duyduğu aşkın olumlu yönlerini enfes bir biçimde dile getirmekte.
Toplumsal belleğinde, Hürrem ismini, bir kadın ismi şeklinde Hürrem Sultan’la özdeşleştiren bir toplumun üyesi olarak, “şen, sevinçli, gönül açan, körpe, taze” gibi anlamlara gelen Hürrem’in bir erkek ismi olarak kullanılması gülümsetti beni. Ayrıca, Eski Hindistan’da, kraliyet mensuplarının imparatorluk imparatoriçelik gibi görevlere getirildiklerinde isimlerine lakaplar eklenmesi, bir anlamda yeniden isimlendirilmeleri de ilgi çekici. Uğruna duvarları mücevherlerle bezeli şaheser yaptırılan Mümtaz Mahal’in imparatoriçe olmadan önceki adının Ercümend Banu Begüm; Şah Cihan’ın halası, ilerleyen satırlarda bahsedeceğim Nur Cihan’ın eski ismininse Mihrünisa olduğunu bilmiyordum.
Mermerdeki mücevherler: İhtişam ve sadelik
1631’de başlayan, yaklaşık yirmi iki yılda yirmi iki bin işçi çalıştırılarak inşa ettirilen Taj Mahal, yüzyıllardan beri aşk için yapılan en önemli abidelerden biri olarak düşünülüyor. Beyaz saf mermerden olağanüstü görüntüsüyle, güneşin doğuşu ve batışında özellikle nefes kesici olduğu söylenen yapının, Hindistan ve Asya’nın farklı bölgelerinden getirilmiş materyallerle oluşturulduğu, 1000’in üzerinde filin yapı malzemelerini taşımada kullanıldığı; beyaz mermerlerin Rajastan’dan, kristallerin Çin’den, safirlerin Sri Lanka’dan getirildiği, yirmi sekiz tür değerli ve yarı değerli taşın beyaz mermerin içine nakşedildiği belirtiliyor. Böyle bir ihtişamda aynı zamanda sadeliği görmek şaşırtıyor insanı; mermere hakkedilen mücevherler, yapının incelikli mimarisindeki ışık oyunlarıyla parıldarken, mermerin beyazlığı ince bir el oyasının zarif sadeliğini yansıtıyor, ihtişam sadelikle iç içe geçiyor.
Şah Cihan’ın, Taj Mahal’i yapılaştıran ustabaşının, daha güzelini yapamasın diye elini kestirme çılgınlığına neden olan aşkı, yakın geçmiş ve günümüz aşıklarında “daha hafif” çılgınlıklar şeklinde gözlenmekte. Amerikalı araştırmacı Dan Bova’nın, tarihin -kendisine göre- en dikkate değer romantik jestlerini çıkardığı listede, Richard Burton’un iki kez evlenip boşandığı eşi Elizabeth Taylor’a hediye ettiği 69,42 kıratlık elmas; Eric Clapton’un, arkadaşı George Harrison’un karısı Pattie Boyd’a olan tutkusu için Leyla ile Mecnun fenomeninden esinlenerek yazdığı “Layla” şarkısı ve akabinde Boyd’un George Harrison’dan ayrılarak Eric Clapton’la dokuz yıl süren bir evliliğe adım atışı anılan listede yer alan aşklardan yalnızca birkaçı. Marilyn Monroe’nun eski kocası Joe DiMaggio’nun, Monroe’nun intiharından sonra sanatçının mezarına yirmi yıl boyunca her hafta üç kez gül göndermesi ve Ben Affleck’in Jennifer Lopez’e yüz beş bin dolarlık, üzerinde değerli taşları olan tuvalet oturağı satın alması bu listedeki aşklara ve çılgınlıklara diğer örnekler…
Şah Cihan, Taç Mahal ve diğerleri...
Şah Cihan’la Mümtaz Mahal’in öyküsü ölüm döşeğinde yeniden başlamış bir bakıma. Karısını kollarında ölüme uğurlayan Şah, kimi kayıtlara göre, eşinin son arzusuna uyarak aşkları adına, konuştuğumuz anıtı yaptırmaya girişmiş. Sevilen eşin bir isteği daha olmuş kocasından; “Bir daha asla evlenme!” Gerçekten de Şah bir daha evlenmemiş, dahası depresyona girerek dünyadan elini eteğini çekmiş. Bunalımını, ailenin tarihinde ayrı bir önemli kişilik olan kızı Jahanara’nın yardımıyla atlattıktan sonra kendini müthiş bir enerjiyle Taç Mahal’in inşasına adamış. Bunun için dünyanın çeşitli köşelerinden en önemli İslam mimarlarını, hattatlarını, oymacılarını ve duvar ustalarını biraraya getirmiş, yaptırdığı bahçedeki harikulade çiçeklerin kokusu görenlerin başını döndürüyormuş.
Ustalar yirmi iki yıl gibi bir süre içinde, 1653’te, inşaatı bütünüyle bitirmişler.
Müslüman sanatının en güzel mücevherlerinden biri olarak kabul edilen bu anıta çiçeklerle çevrelenmiş aynı bahçelerden giriliyor hâlâ… Ana kubbesinin yüksekliği seksen iki metre, ön tarafında ise uzun bir havuz var. Hem güneyden hem de kuzeyden erişilebilecek şekilde tasarlanmış mezarlık kompleksine ise mücevherlerle bezeli mermer bir avludan çıkıyorsunuz. Mezarlığın batıya bakan Mekke yönünde, ziyaretçilere ibadet imkanı sağlayan, kırmızı kum taşından yapılmış muhteşem bir cami var; onun karşısında, yani doğu yönündeyse, zamanında misafir evi olarak kullanılan jawab(yanıt); Taç Mahal’de varolan muhteşem simetriyi, bana Ferruh Başağa’nın resimlerini hatırlatan o nefis lirizmi anlatıyor.
Falih Rıfkı Atay, bir yazısında, burayla ilgili izlenim ve bilgilerini şöyle aktarmış:
Hint yolculuğuna çıkarken, okuyarak veya dolaşarak bu memleketi tanıyan herkesten aynı hasretli sözü duyarsınız: "Demek Taç Mahal'i göreceksiniz". Ve arkasından şu tavsiye: - "Fakat oraya hele ay ışığında gitmelisiniz," Hindistan'a vardığımız zaman, sizi gezdirecek olanlardan biri şu müjdeyi verir: - "Talihiniz varmış, programda Ağra, tam mehtaba düşüyor." Ağra'da ise tavsiyeler üçe çıkar: - "Şafak vakti Taç Mahal'in seyrine doyum olmaz" yahut - "İçindeki işlemeleri, kakmaları görmek için öğle vaktini seçmelisiniz:"
...........
Dış kapının kemeri altından Taç Mahal'a bakıyoruz. Servili bir su kanalının sonunda onun klasik olduğu kadar esrarlı güzelliği ve bilhassa hatırası, bizi kendine doğru çekiyor. Geniş bir mermer taraça ortasında büyük bir kubbe ve yanında daha küçük kubbeler... Nisbetlerinde o kadar ahenk var ki uzaktan ezmeyici hafifliği, yaklaştıkça, bir ihtişam manasına bürünür. Kapı eşiğinde ise ulu ve baş döndürücü heybet alır.
...........
Taç Mahal'i kim yaptı? Bu, uzun müddet münakaşa edilmiştir. Türbedeki nisbetlerin ve çizgilerin temiz ahengini gören sanatçılar, onu bir tek mimara mal etmek lazımdır, derler. Halbuki Taç Mahal'de birçok mimar ve ustaların çalıştığını biliyoruz. İngiliz Ansiklopedisi ve birçok sanat tarihçileri İstanbul'dan gitme üstad İsa'nın adı üstünde birlikteler. Fakat şimdi daha sağlam bir vesikamız vardır. Evrak hazinelerinden Taç Mahal'e dair çıkan kağıtlara göre 28 mimar ve ustalar arasında şunlar var: 1- Türkiye'den giden Mehmet İsa Efendi. Mimar ve resmi (planı) yapan, 2- Türkiye'den gitme Settar, (Hattat), 3- Semerkandlı Mehmet Şerif, Resimci (plancı), 4- Belhli Mehmet Seccad (Dülger), 5- Türkiye'den gitme İsmail Efendi (Kubbeyi yapan), 6- Türkiye'den gitme Mehmet (Hattat), 7- Buharalı Ata Mehmet (Taş yontucusu). Görülüyor ki bu büyük Timur'un dokuzuncu göbekten torunu Şah Cihan gibi yapıcılar da Türktürler.
* * * * * *
Ocak 2007’de, eserin yıpranan bölümleri ince restorasyonla onarılmaya başlandı; ayrıca Atay’ın belirttiği isimlerin yanında, 2004’te, daha önce varlıkları bilinmeyen 670 duvar ustası ve işçinin kumtaşına Arapça, Farsça ve Hindu dillerinde kazınmış adları ve imzaları ortaya çıkarıldı. 2004 aynı zamanda Taç Mahal’in üç yüz ellinci yıldönümü.
Böylesi büyük bir aşkın sanattaki ve edebiyattaki izdüşümleri ne yönde oldu dersiniz? Batı edebiyatı, konuya, özellikle Hindistan Kraliyet Ailesi’nin özel yaşamına oldukça ilgi duyuyor. Özel yaşamları derken; Mümtaz Mahal’in halası Nur Cihan’ın, belki de bizim Hürrem Sultan misali son derece akıllı ve kurnaz bir kişilik olduğunu belirtmek istiyorum. Nur Cihan, zekasıyla, yalnızca ailesini saraya kabul ettirmekle kalmamış, perde arkasından ülkeyi yöneterek büyük bir güç elde etmiş. Yaşamı, Indu Sundaresan’ın tarihsel roman biçiminde kaleme aldığı “Güller Şöleni” (The feast of Roses) adlı kitapta oldukça detaylı inceleniyor. Dilimize, Nuran Birand Gözaydın’ın çevirisiyle Literatür Yayıncılık tarafından kazandırılan ve bazı yönleriyle önemli olan bu eser, bir başka büyük aşk olan Nur Cihan - Şah Cihangir aşkına ışık tutmakla kalmıyor, Taç Mahal’in yapılış sürecine de söz sahipliği ediyor. Nur Cihan’a ilişkin diğer bir önemli kaynak da Mümtaz Mahal ile Cihan Şah’ın kızı Jahanara’nın günlüklerinde var olmakta. Jahanara, günlüğünde, Nur Cihan’a ilişkin “The Snake (Yılan)” olarak bahsediyor.
Mustafa Miyasoğlu’nun 2003’te Konak Yayınları aracılığıyla yayımlanan anı-gezi tadındaki “Bâbil’den Tac Mahal’e Zügüdar” adlı yapıtı konuyla ilgili literatüre bir başka örnek.
Mümtaz Mahal’le eşini resmeden minyatürler de konunun resim sanatına yansımış yönü...
Kayıtlarda, inanılmaz para, zaman ve enerji harcayarak kendini bu işe adayan Cihan Şah’ın, bu davranışıyla, ülkesinin o dönem maruz kaldığı emperyalist işgale karşı yeterince karşı koyamadığını ve bu noktada oğlu tarafından tahttan alınıp odasına hapsedildiğini okudum. Vefatından sonra eşinin yanına gömülen Şah’ın, gözünün kendi yaşama sebebini unutacak kadar kör olmamış olduğunu umuyorum.
Ayça Güzel, Milliyet Sanat - Şubat 2007

Yararlanılan kaynaklar:





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder