4 Nisan 2013 Perşembe

Ars Longa Vita Brevis

Ars Longa Vita Brevis (Sanat Uzun, Hayat Kısadır)1


Kış karlarla gelmedi. Uzun süren pastırma sıcakları, sonra hafif serinlikler, ardından bir anda bastıran soğuk. Ancak Aralığın ilk haftalarında karla buluştu İstanbul. Sanat yeni yıla beş kala ısıtmaya devam etti bizleri. Galeriler, boya ve tuval kokusunu sundular yine. Okunmayı bekleyen kitaplar bizi yine cezbetti. İstanbul Avrupa kültür başkentiydi geride bıraktığımız on bir ay boyunca. Onun bu konumuna yakışan pek çok etkinliğine koştuk.

2011’in arefesinde moralimizi bozan, yüreğimizi sıkan olaylar da oldu elbet. Haydarpaşa Garı’ndaki yangın, çatısından yükselen dumanlar gibi içimizi kararttı. Assange’ın tüm dünyayı kasıp kavuran Wikileaks dosyaları üzüntü ve sevinci aynı anda yaşamamıza neden oldu. Bunun yanında kronik olarak canımızı sıkan durumlar da değişmedi, örneğin Beyoğlu’ndaki Markiz Pastanesi fast-food restoranı olmaya ve cânım vitrinini kişiliksiz promosyon afişiyle kapatmaya devam ediyor, öyle ki afişten dükkanın içi neredeyse görülmüyor. Emek Sineması da aynı kültür düşmanı tavrın kurbanı olarak kent tarihinden silindi. Moda’da, o çok az kişinin bildiği denize nazır İtalyan köşkü de umursamazlığın pençesine düşmüş harikalardan biri değil mi?


Kent ve Zaman

Kent ve zaman kavramları arasında kanımca oldukça yakın bir bağ var. İkisi de değişiyor. Zamanın akla getirdiği ilk kavram geçici oluşu... Su gibi akıyor zaman... Bununla birlikte, zamanın aslında kendi içinde bir kalıcılığı da var. Yapılanları saklayan, içinde sıkıştıran...

Kent ise daha kalıcı gibi duruyor zamana göre, çünkü ondaki değişimler daha yavaş farkediliyor. Aslında, kent de zaman gibi akıyor, değişiyor; gelişebiliyor ancak geri de gidebiliyor. Kalıcı olan olumlu taraflarını korumaksa bize düşüyor.

Hem kentin hem zamanın içinde barındırdıklarını saklayan, sıkıştıran bir yanı var. Sanatçı Güneş Çınar, eserlerinde kentin bu sıkıştıran yanıyla ilgilenmekte. Ancak onun ilgisini çeken “sıkıştırma”, sözcüğün koruma, saklama anlamına ilişkin değil. Tersine, “bunaltma, daraltma, iç sıkma” anlamıyla ilgili. Kısaca; kâbus... Güneş Çınar, 3 Kasım-15 Aralık arası sergilediği işlerinde, modern kentli insanın tedirginliklerini, bilinçaltının derinliklerine inerek rüya kavramıyla ortaya koymaya çalışmış.

Çağla Cabaoğlu Sanat Galerisi’nde sergilenen eserlerle ilk karşılaşıldığında insanı bir şaşkınlık ve hayranlık duygusu sarıyor. Sergi iki bölümden oluşmakta. On iki panodan oluşan “rüya” sürecine davet ediliyorsunuz önce. Formların kağıt üzerinde ince ince kesilerek ifade edildiği; derinliğin, kağıdın arkadaki koyu renkli yüzeyden yükseltilerek hissettirildiği bu çalışmalar, genç sanatçının, rüyasında gördüğü kâbusu evre evre sergilemekte. Figürün yaşadığı iç sıkıntısı, kent siluetinin bazen fonda, bazen de formun kendisi olarak yansıtıldığı ard arda gelen on iki panoda oldukça net algılanıyor. Algı derken, Çınar’ın çalışmalarının kanımca en önemli özelliklerinden biri vermek istediği mesajın oldukça net anlaşılması. Soyut tavrın kapalı dili de var işlerinde, ancak eserlerin tamamına bakıldığında vermek istedikleri mesaj oldukça net.

Serginin ikinci bölümüne geçtiğimizde daha bir şaşırıyor, birinci bölümde gördüğümüz işlerin daha farklı tavırda ve daha farklı bir ölçekte, daha büyük şekillerde çalışıldığını görüyoruz. Ben bu işlere duvara asılabilen heykeller diyorum. İnceltilmiş ahşap, dantel bir oya gibi bu kadar mı güzel işlenebilir ve dokusundaki zerafetin tersine iç sıkıntısını bu kadar mı güzel yansıtabilir? Kent silueti, bu çalışmalarda da çoğu kompozisyonun ana eksenini oluşturmakta. 
 

Güneş Çınar, Akademi’de gördüğü heykel eğitimini resim bilgisiyle kanımca çok başarılı bir biçimde kaynaştırıyor. İşlerinin özenli yapısı, incecik ahşabı tablo gibi gösteren kompozisyonlarla buluşuyor. Yansıtmaya çalıştığı konu, işlerinin inceliğiyle bir anlamda örtüşüyor. Dokudaki zerafet, bir nevî kırılganlık; eserlerdeki figürün, yaşadığı kâbus içindeki kırılganlığını sergilemiyor mu?


Kâbus, rüya ve sembollerin öne çıktığı bu işlerde, Kafka romanlarına benzer bir yan buluyorum.


Galeristler Sanatçı Olursa...

2011’e girerken gerçekleştirilen bir diğer enteresan etkinlik “Ya Galeristler Sanatçı Olursa?” sergisiydi. Değerli ressam Sema Bicik’in, Beyoğlu Rumeli Han’daki atölyesinde düzenlediği etkinlikte galericiler bir süreliğine ressamlığa büründü. 34 Galerinin 34 eserle katıldığı projede çok keyifli işler ortaya çıktı.

Farklı sanat dallarının, farklı sanatçıların birbirinden desteklenmesi, birbirine el vermesi sosyal bilimler ve fen bilimleri alanlarında da bilinen bir tavır. Antik Yunan’da öğrenciler mantık ve felsefe dersine geçmeden, ilkin matematik ve müzikle eğitiliyor, doğru düşünmenin kurallarına uzanmadan önce, birbirine zıt gibi görünen ama aslında birbirinin içinde olan iki disiplinle müzikle ve matematikle zihinleri hazırlanıyordu. Disiplinlerarası yatay geçiş, etkileşim, pek çok entellektüelde geçerli. Orhan Pamuk, örneğin, yazmadan önce yoğun olarak resimle uğraşmış, hatta yirmili yaşlarının başlarına değin hayatını ressam olarak sürdüreceğini düşünmemiş miydi? Bedri Rahmi Eyüboğlu da ressamlığının yanı sıra şiirleriyle de içimizi ısıtmıyor mu?

Biraz da bu anlayışla galeristler kolları sıvadı; ortaya heyecanlı işler, Nilgün Yüksel’in giriş yazısını yazdığı güzel bir katalog ve çok orijinal bir davetiye çıktı. Argun Okumuşoğlu, SerhatAk, Zeynep Özay, Beste Gürsu, Özlem Alıcı, Aslı Sümer, Sevil Sert; Rüştü Sungur, Hakan Bali, Moiz Zilberman, Çağla Cabaoğlu, Tuncay Takmaz, Selin Söl, İnci Aksoy; Sinem Yörük, Nilüfer Yılmaz, Ahmet Başar, Mehmet Taşdiken, Dağhan Özil, Nadir Erenler/Murad Erenler; Yahşi Baraz, İlknur Şanal, Mehmet Özbilenler, Fatma Ekeman; Selvin Cuhruk Gafuroğlu, Dilara Akay, İlayda Babacan, Süleyman Saim Tekcan; Ece Bingöl Şeki, Nilgün Şensoy, Ali Ulukaya/Zeynep Ulukaya; Bedri Baykam, Teksin Özgüz, Doğan Paksoy ve Veysel Uğurlu, 34 eserin ressamı oldu.

Gelibolu” resimleriyle tarihimizin önemli bir bölümünü anlatan Sema Bicik’in düzenlediği bu konsept sergilerin, yeni ve güzel konspetlerle devamını umuyor ve destekliyorum.






1Eski Yunanlı fizikçi Hippokrates.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder