5 Nisan 2013 Cuma

Nazan Akpınar resmi

NAZAN AKPINAR RESMİNDE SON DÖNEM: 
SOYUTA EVRİLEN GERÇEKÇİ TAVIR


Realist ve soyut resim arasındaki ikilem bin dokuz yüzlerin sonlarına doğru başlamıştı. Gün ışığının hallerini resimsel düzlemde merak eden izlenimciler, iyi anlamda kendi duygusal hallerini merak eden ressamların önünü açmıştı. Van Eyck’ın “Arnolfini’nin Evlenmesi”nin üzerinden de çok zaman geçmişti; renklerle desenlerin dünyasında, Hollanda stili kılı kırk yaran realist tavır, Avrupa’nın başka yerlerinde, mesela Fransa ve İtalya’da, yerini daha farklı bir realist tavra, nesneleri -aslında gözün görebildiği gibi- detaylarına çok da fazla inmeden bir bütün olarak gören bir resim biçimine bırakmıştı. Gerçekten de bir nesneye bakarken gördüğümüz, aslında o objenin genel olarak belleğimizde bıraktığı izlenim değil midir? Bir varlığa bir objeye baktığımızda mesela bir köpeğe, onu inceden inceye -örneğin tüylerini bile tek tek ilk bakışta seçecek şekilde- mi görürüz ya da hepsini bir bütün olarak mı algılarız? Bilimsel araştırmalardan, gördüklerimizi -ilk bakışta- bir bütün olarak algıladığımızı biliyoruz, bu doğrultuda İtalyan resim stili olarak adlandırılan Fransız ve İtalyan resminin, insan gözünün gördüğüne daha yakın olanını resimlediği anlaşılıyor. Aklıma gelen soru; nesneleri bu bütünsel görüşün, bir başka deyişle görüşümüzdeki bir nebze fluluğun, detaylardan arınmış modern soyutlamalara esin kaynağı olup olmadığı... Daha açık anlatımla, realizm aslında soyutlamanın önünü mü açıyor? Resme realist tavırlarla başlayan ressamları daha sonra kendi iç dünyalarına, daha sade, daha flu, daha pastel iç evrenlerine mi götürüyor? Gerçekçi tavırlar, bazen, daha soyut fluluklara mı evriliyor? Görülenler, bellekte kalan gerçekçi ve hayali izlenimlere mi dönüşüyor? Realizm ve soyutlama arasındaki ikilem aslında ‘sözde’ mi?


Başlangıcından Günümüze Nazan Akpınar Resmi

Ressam Nazan Akpınar, kanımca, gerçekçi tavırlarla resme başlayan, bunu hâlâ devam ettiren, ancak bu gerçekçi tavrına –zamanla- soyut flulukları, kendi iç dünyasını da katan sanatçılardan... Zamanla diye belirtiyorum; çünkü kendisi resim çalışmaya soyut tavırdan oldukça uzak bir çalışma ortamında babası Ayetullah Sümer’in atölyesinde başlamıştı. Cumhuriyet Dönemi’nin en uzun soluklu ressam dayanışmasını oluşturan Güzel Sanatlar Birliği’nin -ki bu birlik Osmanlı Ressamlar Cemiyeti (1909) ve Türk Ressamlar Cemiyeti’nin (1923) devamıdır- bünyesinde bulunan ressamlar, yurtdışına burslu olarak gönderilmiş ve daha sonra ülkeye dönerek resimsel üretimlerinde bir ekol başlatmışlardı. İzlenimci tavrın henüz herkes tarafından kabul görmediği dönemin Fransası’nda, realist tarzda resim çalışmış olduklarından, gerek kendi çalışmalarında gerekse de öğrencilerine resim öğretirken, soyutlamaya, soyut tavra doğal olarak oldukça mesafeli yaklaşmışlar, bu tavrı dikkate değer bulmamışlardı.


Nazan Akpınar resim çalışmaya realist resme değer verilen böyle bir ortamda başladı. İlkokul çağlarında başladığı ilk fırça darbelerine sosyal bilimler alanındaki yüksek öğrenimi süresince de ağırlık verdi. Daha sonraları üyesi olduğu Güzel Sanatlar Birliği’nin geleneksel çalışma ortamı doğrultusunda, Ayetullah Sümer atölyesinde usta-çırak ilişkisi içinde geçen resim eğitimi, eserlerindeki, bugünkü sağlam resim tekniğinin temellerini attı.


Nazan Akpınar sanat hayatında yaklaşık kırk beş yılı geride bırakıyor. İlk andan itibaren benimsediği temiz çalışma üslubu, incelikli özen, tuval bezine yansıyan dengeli kişiliğiyle birleşince, figürlerin fazla yer almadığı doğa, manzara, natürmort ve tarihsel mekân görüntüleri, seyredenleri huzura doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Başlangıçtan günümüze vermiş olduğu eserlerin genelini incelediğimizde öne çıkan bu hava sanatçının son dönem resimlerinde daha yoğun hissediliyor. Nedeni; kanımca, sanatçının son dönemlerde soyutlamaya, soyut üsluba, duygularına resimlerinde eskisinden daha çok yer vermesi. Sözünü ettiğim, soyuta evrilen gerçekçi tavırların Akpınar’ın güncel resimlerinde önceki eserlerine oranla daha fazla yer alması. Elbette sanatçı, resimlerinde gerçekçi tavrından ödün vermiyor; bununla birlikte, son dönem eserlerinde eskiye oranla daha fazla bir kendindenlik, daha fazla hayaldenlik, daha fazla görüleni bir de iç gözüyle, kendine göre görme var. Görülenin belleğinde bıraktığı izlenimleri, görüleni çarpıtmadan işleyen Nazan Akpınar’ın bu tavrı realizmle soyutlamanın resimsel yüzeyde aslında ne denli güzel örtüşebildiğini, realizmin aslında soyut üsluba giden bir satıh olduğunu gösterir gibi...


Ayça Güzel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder