NAZAN AKPINAR RESMİNDE SON DÖNEM:
SOYUTA EVRİLEN GERÇEKÇİ TAVIR
Realist
ve soyut resim arasındaki ikilem bin dokuz yüzlerin sonlarına
doğru başlamıştı. Gün ışığının hallerini resimsel
düzlemde merak eden izlenimciler, iyi anlamda kendi duygusal
hallerini merak eden ressamların önünü açmıştı. Van Eyck’ın
“Arnolfini’nin Evlenmesi”nin üzerinden de çok zaman geçmişti;
renklerle desenlerin dünyasında, Hollanda stili kılı kırk yaran
realist tavır, Avrupa’nın başka yerlerinde, mesela Fransa ve
İtalya’da, yerini daha farklı bir realist tavra, nesneleri
-aslında gözün görebildiği gibi- detaylarına çok da fazla
inmeden bir bütün olarak gören bir resim biçimine bırakmıştı.
Gerçekten de bir nesneye bakarken gördüğümüz, aslında o
objenin genel olarak belleğimizde bıraktığı izlenim değil
midir? Bir varlığa bir objeye baktığımızda mesela bir köpeğe,
onu inceden inceye -örneğin tüylerini bile tek tek ilk bakışta
seçecek şekilde- mi görürüz ya da hepsini bir bütün olarak mı
algılarız? Bilimsel araştırmalardan, gördüklerimizi -ilk
bakışta- bir bütün olarak algıladığımızı biliyoruz, bu
doğrultuda İtalyan resim stili olarak adlandırılan Fransız ve
İtalyan resminin, insan gözünün gördüğüne daha yakın olanını
resimlediği anlaşılıyor. Aklıma gelen soru; nesneleri bu
bütünsel görüşün, bir başka deyişle görüşümüzdeki bir
nebze fluluğun, detaylardan arınmış modern soyutlamalara esin
kaynağı olup olmadığı... Daha açık anlatımla, realizm aslında
soyutlamanın önünü mü açıyor? Resme realist tavırlarla
başlayan ressamları daha sonra kendi iç dünyalarına, daha sade,
daha flu, daha pastel iç evrenlerine mi götürüyor? Gerçekçi
tavırlar, bazen, daha soyut fluluklara mı evriliyor? Görülenler,
bellekte kalan gerçekçi ve hayali izlenimlere mi dönüşüyor?
Realizm ve soyutlama arasındaki ikilem aslında ‘sözde’ mi?
Başlangıcından
Günümüze Nazan Akpınar Resmi
Ressam
Nazan Akpınar, kanımca, gerçekçi tavırlarla resme başlayan,
bunu hâlâ devam ettiren, ancak bu gerçekçi tavrına –zamanla-
soyut flulukları, kendi iç dünyasını da katan sanatçılardan...
Zamanla diye belirtiyorum; çünkü kendisi resim çalışmaya soyut
tavırdan oldukça uzak bir çalışma ortamında babası Ayetullah
Sümer’in atölyesinde başlamıştı. Cumhuriyet Dönemi’nin en
uzun soluklu ressam dayanışmasını oluşturan Güzel Sanatlar
Birliği’nin -ki bu birlik Osmanlı Ressamlar Cemiyeti (1909) ve
Türk Ressamlar Cemiyeti’nin (1923) devamıdır- bünyesinde
bulunan ressamlar, yurtdışına burslu olarak gönderilmiş ve daha
sonra ülkeye dönerek resimsel üretimlerinde bir ekol
başlatmışlardı. İzlenimci tavrın henüz herkes tarafından
kabul görmediği dönemin Fransası’nda, realist tarzda resim
çalışmış olduklarından, gerek kendi çalışmalarında gerekse
de öğrencilerine resim öğretirken, soyutlamaya, soyut tavra doğal
olarak oldukça mesafeli yaklaşmışlar, bu tavrı dikkate değer
bulmamışlardı.
Nazan
Akpınar resim çalışmaya realist resme değer verilen böyle bir
ortamda başladı. İlkokul çağlarında başladığı ilk fırça
darbelerine sosyal bilimler alanındaki yüksek öğrenimi süresince
de ağırlık verdi. Daha sonraları üyesi olduğu Güzel Sanatlar
Birliği’nin geleneksel çalışma ortamı doğrultusunda,
Ayetullah Sümer atölyesinde usta-çırak ilişkisi içinde geçen
resim eğitimi, eserlerindeki, bugünkü sağlam resim tekniğinin
temellerini attı.
Nazan
Akpınar sanat hayatında yaklaşık kırk beş yılı geride
bırakıyor. İlk andan itibaren benimsediği temiz çalışma
üslubu, incelikli özen, tuval bezine yansıyan dengeli kişiliğiyle
birleşince, figürlerin fazla yer almadığı doğa, manzara,
natürmort ve tarihsel mekân görüntüleri, seyredenleri huzura
doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Başlangıçtan günümüze
vermiş olduğu eserlerin genelini incelediğimizde öne çıkan bu
hava sanatçının son dönem resimlerinde daha yoğun hissediliyor.
Nedeni; kanımca, sanatçının son dönemlerde soyutlamaya, soyut
üsluba, duygularına resimlerinde eskisinden daha çok yer vermesi.
Sözünü ettiğim, soyuta evrilen gerçekçi tavırların Akpınar’ın
güncel resimlerinde önceki eserlerine oranla daha fazla yer alması.
Elbette sanatçı, resimlerinde gerçekçi tavrından ödün
vermiyor; bununla birlikte, son dönem eserlerinde eskiye oranla daha
fazla bir kendindenlik, daha fazla hayaldenlik, daha fazla görüleni
bir de iç gözüyle, kendine göre görme var. Görülenin
belleğinde bıraktığı izlenimleri, görüleni çarpıtmadan
işleyen Nazan Akpınar’ın bu tavrı realizmle soyutlamanın
resimsel yüzeyde aslında ne denli güzel örtüşebildiğini,
realizmin aslında soyut üsluba giden bir satıh olduğunu gösterir
gibi...
Ayça Güzel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder