10 Mart 2015 Salı

Nefret Edilenin Tatbik Edilmesi

İnsan, yaşadığı toplumun bir minyatürü olabilir mi? İçinde doğduğu, büyüdüğü ve ürettiği toplumun küçük bir örneği? Baba toprağının sosyolojik iklimini onaylayanlar, bu iklimi kendi kişisel iklimiyle “bilinçli olarak” bağdaştıranlar için normal olabilir bu. Ama bu iklime karşı olanların; nefret ettiği, karşı olduğu, en azından onaylamadığı sosyal kodların minik bir biblosu haline gelmesine ne demeli? Baba-oğul Sendromu? Ya da Kürkçü Dükkânı Sendromu mu?

Sivrisinek Sahili
Yapı Kredi Yayınları’ndan Nisan 2014’te ilk basımı yapılan Sivrisinek Sahili, yukarıda sorduğumuz sorulara etkileyici yanıtlar veriyor. Allie Fox adında yetenekli ama aynı zamanda paranoyak bir bilim adamının, Amerikan toplumunun kimi yönlerine dayanamayarak, ailecek balta girmemiş bir coğrafyaya göç etmesini ve orada farkında olmadan kendi küçük Amerikasını oluşturmaya çalışmasını konu alan kitap, insanın, karşı koyduğu kimi kurallarla aslında farkında olmadan zehirlenmiş mi olduğu sorusunu akla getiriyor. Ya da basitçe insanın sosyolojik bir varlık olmasını mı?
Akademisyen, gezgin ve yazar Paul Theroux’nun orijinal ismi The Mosquito Coast olan Sivrisinek Sahili, Şeyda Öztürk’ün çevirisiyle dilimize kazandırıldı. Roman, Harrison Ford’un başrolünü üstlendiği yine aynı isimdeki senaryoyla 1986’da sinemaya da uyarlanmıştı. Orta Amerika’nın Belize topraklarında keşfedilmemiş bir orman alanda çekilen Film, romanla paralel olarak Amerikan Toplumunun içe işlemiş kodlarından bahsediyor.          
Kitap, kapitalist toplumun kimi değerlerinden sürekli şikayet eden Allie Fox ve ailesini anlatarak başlıyor. Dört çocuk babası Allie, Amerika’nın kısa süre içinde yok olacağına ve kendisini bu kaostan kurtarması gerektiğine inanmaktadır. Bu paranoyasını öyle bir noktaya vardırır ki sonunda ailesini de buna inandırır. Peki nasıl kurtulacaktır? Pılıyı pırtıyı bile toplamadan ülkeyi terk ederek ve uygarlığın ilkel olduğu bir yerde medeniyeti yeniden kurarak. Ve tabii ki kendini “kral” ilan ederek.
Allie Fox, Belize ormanında, karşılaştığı yerlileri ve ailesini kontrol ederek, kaçtığı unsurların paralelinde son derece baskıcı bir yaşam kurar. Kafasında oluşturduğu hikâyeye kendini öyle kaptırır ki bu amacın dışına çıkan herkesi uyarır, cezalandırır ya da öldürür. Önceleri bir bilim adamının son derece saf ve masum görünen yön gösterme biçimi, sonradan ilkele medeniyet getirme olarak adlandırabilen klasik Amerikan kodlarından birine evrilir. Allie Fox, ne kadar nefret etse de “baba” Amerika’nın asi bir oğlu olarak kürkçü dükkânına gelmiştir dönüp dolaşıp.

Amerika Büyük Bir Şaka Sevgili Frank, Ama Biz Ona Ne Kadar Gülebiliriz? [1]
Tıpkı Enis Batur’un New York seyahatlerini anlattığı eserinin yukarıdaki başlığındaki gibi, Amerika büyük bir şaka, olumlu yönleri yok değil; ancak benimsediği emperyalist düzen hem kendinin hem de başka toplumların vatandaşlarına titizlikle hazırlayıp sunduğu kodlar, semboller ve alt metinlerle sızıyor; peşlerini, peşimizi bırakmıyor.
Zafer, gelecek, özgürlük, mükemmellik ve yol göstericilik hem Amerika Birleşik Devletleri’nde hem de romanda açık ya da kapalı kodlar, semboller ve alt metinler. Özgürlük, bu kodlardan belki de en göze çarpanı. Özgürlükler Diyarı olarak adlandırılan bir uygarlık, aslında özgürlükleri en çok kısıtlayan toplumların üstü kapalı lideri değil mi?
Özgürlük adı altında zorbalığın ve zalimliğin, toplumun bu kavramlara isyan eden bir bireyine dahi nüfuz etmesi Sivrisinek Sahili romanında dolu dolu okunabilir. Romanın baş karakteri Allie Fox’un hemen harekete geçen bir ütopistten özgürlükleri kısıtlayan bir zalime evrilmesini soluk soluğa izliyoruz.
Robinson Crusoe’dan Farklı…
Sivrisinek Sahili, ıssız adaya düşen bir Robinson Crusoe hikayesi değil. Bu trajik bir hikaye, ki Robinson Crusoe trajik bir hikaye değildir. Robinson Crusoe medeniyetin uzağına sadece “düşer”, ama Allie Fox bilinçle gider.
Bir de Robinson, içinde yaşadığı İngiliz toplumunun değerlerinden Allie kadar ayrıksı değildir. Adada kazandığı yaşam deneyimini kendine bir katkı olarak düşünür, ama kendi ortamına geri döndüğünde bu ortamı yadırgamaz. Bu doğrultuda “bilinçli olarak” toplumunun bir örneğidir. Ancak Allie şuur altı bir itkiyle davranır.
İnsanın sosyolojik bir varlık olarak yaşadığı iklimden etkilendiğine önemli bir örnek Sivrisinek Sahili. Peki içinde yaşadığımız uygarlığın olumsuz özelliklerinden bilinçaltımızı nasıl soyutlayacağız? Bu da mümkün, ama başka bir yazının konusu…                                        

Ayça Güzel
                              
Kategori: Edebiyat
Yazar: Paul Theroux
Çeviren: Şeyda Öztürk
Sayfa: 500
Ölçü: 13.5 x 21 cm
ISBN: 978-975-08-2926-0
YKY'de 1. Baskı: Nisan 2014



[1] Amerika Büyük Bir Şaka Sevgili Frank, Ama Biz Ona Ne Kadar Gülebiliriz? New York Seyahati; Enis Batur.

4 Mart 2015 Çarşamba

Mürekkebi kurumamış bir blog... arttravel experiences...

arttravel experiences, sanat ve gezi severleri; plastik sanatlar, edebiyat ve gezi kültürleriyle ilgili nitelikli etkinliklerden haberdar etmek amacıyla kuruldu. VIP Turizm’in girişimiyle, 2014’ün son aylarında başlayan arttravel experiences, ilgililere; sanat, edebiyat ve gezi kültürü aracılığıyla kaliteli zaman geçirtmenin yanı sıra yine VIP Turizm’in markası arttravel‘ın kültür gezilerinin tanıtımı, duyuruları ve anılarını blog bünyesinde paylaşmayı diler ve vaat eder. 
Verba pulchra; arttravel'ın gezilerini tanıtmaktan mutluluk duymaktadır. 

3 Temmuz 2014 Perşembe

Yüzlerde Yansıyan Toplum: Nuri İyem Resmi


Toplumsal Gerçekçi bir Ressam          

Anadolu kadınlarının belki de en bilinen ressamı Nuri İyem, 1915’te İstanbul’da doğar. Çocukluğunu babasının görevi nedeniyle Anadolu’da geçirir. Ablasının vefatıyla İstanbul’a döner ve üniversiteye kadar olan eğitimine bu şehirde devam eder. Türk Resminin ve Erken Cumhuriyet Dönemi’nin önemli isimlerinden Nazmi Ziya’nın teşebbüsüyle Güzel Sanatlar Akademisi’nin orta bölümüne kaydını yaptırır ve Akademi’nin yüksek bölümünü birincilikle bitirir.    

Resme ilgisi çocukluk yıllarında kömür kalemlerle yaptığı desenlerle başlayan Nuri İyem; Akademi’de okuduğu süre boyunca Nazmi Ziya, Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde çalışmış, aynı yıllarda bir başka hocası Ahmet Hamdi Tanpınar’la olan yakınlığı sanatını farklı bir boyutta etkilemiştir. Evin İyem’in ifadesiyle “onun Türkiye’ye özgü, modernlikle yerelliği birleştirdiği bir sanat anlayışını benimsemesini sağlayan” bu dostluk, toplumsal gerçekçiliği portre figürlerle yansıtmaya belki de en önemli itici güçtü, sembolizmi anlatılmak isteneni ifade etmek için bir araç olarak kullanan…

Anlatım dili olarak Sembolizm

Sembolizm bir araçtı Nuri İyem’in resim dilinde imlemek istediğini anlatmak için.  Sembolizmin - bir nesne aracılığıyla başka bir nesneye, konuya, kavrama gönderme yapma sanatının – İyem resmine yönelmesinde, Ahmet Hamdi Tanpınar’la olan bu iletişiminin etkisi açıktır.

Gerçekten de resim ve edebiyat ne kadar da birbirine yakın iki sanat! İkisi de keşfeder; yalnız birisi kalem kullanır, diğeri boya. 

Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde “saatler” aracılığıyla toplumun denge ritmini sembolize etti.

İyem de “portreleri” aracılığıyla, ancak özelde Anadolu toplumunun denge ritmini.

Minik bir parantez açmak gerekirse; Fındıklı’daki Akademi binasında, kırklı yıllarda plastik sanatlar ve edebiyat fakülteleri yan yanaydı. Türk resminin ilk sanat galeristlerinden Meldâ Kaptana’nın Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm isimli kitabından öğrendiğimize göre bin dokuz yüz kırklarda Akademi’de nesir ve desen arasında son derece yoğun bir iletişim vardı. Yazım ve çizimde Türk sanatının önemli isimleri haline gelecek birçok ünlü yazar ve ressamın Fındıklı’daki söz konusu dostluklardan, bilgi alışverişinden etkilendikleri ve sanatsal kimliklerini bu doğrultuda oluşturdukları gözlenir.                      

Nuri İyem’in plastik düzlemdeki anlatım nesnesi, biraz daha açarsak, çeşitli ifadelerdeki yüzler, özellikle Anadolulu kadın yüzleriydi. Anlattığı; Anadolu halkının acıları, sevinçleri, hüzünleri, özlemleriydi bu portrelerle…

Anlatım hedefi olarak Ezilen Anadolu

Gerçekten de sanatçı, yüzlerce portresinde Anadolu halkının özellikle kadınının yaşam iklimini yansıtmayı/anlatmayı hedefledi. Anadolu insanının gerçekliğini o iklimin kadın portreleriyle ifade etmeyi nasıl tercih etti peki? Bir başka anlatımla neden sembol olarak “Anadolulu kadın portreleri”ni seçti sanatçı?

Bu noktada çok sevilen ve genç yaşta vefat eden bir ablanın büyük önemi var. Evin İyem konuyu şöyle anlatıyor: “Nuri İyem kadın portrelerine yönelmesinin ilk çıkış noktası olarak ablasıyla olan ilişkisinden söz ederdi. Sıtma geçirdiği bir dönem, günaşırı gelen nöbetlerden uyandığında ablasının onunla ilgilendiğinden ve karşılaştığı yüzün ablasının yüzü olduğundan. Ancak bu hikâye, tüm bu resimlerin sadece başlangıç noktası. Nuri İyem’in resimlerindeki başlıca konunun kadınlar olması Nüvit Özdoğru’nun dediği gibi kadınların sömürülmesi. Nüvit Özdoğru ‘’Dünden Yarına Nuri İyem’’ kitabında İyem’in kadın portrelerini şöyle anlatır: ‘Nuri İyem simgeyi (sembolü) etkili kullanmış. Melek yüzlü Anadolu kızları var; resim baştan başa karanlık. Bir kız var: Granit: Göğe doğru bakıyor, anıtsal. Neredeyse gerçeküstü (sürrealist) diyeceğiniz bir büyük kadın başı var: alnı yeşil… Çayır gibi… Gözleri gül… Ama bir daha bakınız, bir daha… O gözler uyanıyor.’

Evin Sanat Galerisi’nde kayıtlı yüzlerce resmin çoğunluğu bu toplumda değişik sebeplerden dolayı travmalar yaşamış ve yaşayan kayıt dışı kadınlarımızdır. Seçme ve seçilme hakkını birçok ülkeden önce Atatürk sayesinde elde etmiş olmalarına karşın kadınlarımız fabrikalarda, evlerde, tarlalarda, toplumun en ezilen, en sömürülen kesimidir.”

Nuri İyem Soma’yı nasıl resmederdi?

Hepimizi derinden yaralayan Soma Faciası gerçekleştikten birkaç gün sonra aklımda bu acının plastik yüzeyde nasıl yansıtılabileceği sorusu uçuşmaya başlamıştı. Zihnime önce Picasso’nun Guernica’sı düştü; bizden de Nuri İyem’in portreleri.

Kendisi aramızda olsaydı bir çırpıda tuvalinin karşısına geçer ve Soma’da eşini, çocuğunu, kardeşini kaybeden annelerin, evlatların, eşlerin ifadelerini boyamaya çalışırdı sanıyorum. Hepsi de muhteşem olurdu.

Ama ben olsam sanatçının sağlığında resimlediği ve geçtiğimiz aylarda yayımlanan Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 101 Portre kitabının kapağındaki ‘’Çığlık’’ portresini seçerdim bu acıyı yansıtmak için.

Evin Sanat’ta kayıtlı travmatik yüzlerce “yüz” ve “Çığlık” eserine ilişkin Ümit İyem’in, Anadolu’da sıklıkla yaşanan felaketlerden yola çıkarak yapılan sembolik bir resim kimliğiyle, yaşanan sıkıntıların karşısında Anadolu insanın çaresizliğine, sömürülmesine, kadının ezilmişliğine bir isyan ve bir çığlık niteliğindeki tanımı, yeterli bir neden bu çalışmanın Soma acısının ifadesi olması için…

 

22 Mayıs 2014 Perşembe

Gerçek, Algı ve Çeşitleme: Naile Akıncı Resmi


Türk resim sanatının mihenk taşlarından Naile Akıncı, geçtiğimiz ayın ilk günlerinde, 91 yaşında aramızdan ayrıldı. Desenlerin yolculuğunda yetmiş beş yıl geçiren ressam ardında özgün desen kimliğini yansıtan çok zengin bir koleksiyon bıraktı. Belirli bir konu üzerine farklı plastik yorumlamaları içeren bu koleksiyonla Naile Akıncı, gerçeği kendi algısıyla çeşitleyerek klasikle soyutu birleştirdi.                                  

Desene yalnızca araçtı konu…

Tuvalle ilgilenen çoğu kişi Naile Akıncı’yı Eyüp semtinin ressamı olarak tanır. Evet, Eyüp’le ilgili eserler üretmiştir sanatçı; bu semtle ilgili, Eyüp Çeşitlemeleri isminde hatırı sayılır desenler çizmiş, hatta eserlerinin çoğunun konusu ve fonunu Eyüp oluşturmuştur; ayrıca pek tabii ki ressamın en bilinen eserleridir Eyüp Çeşitlemeleri.

Ancak çok az kişi bu semtin, ressamın, aynı coğrafya üzerinde geliştirdiği farklı desen arayışlarına konu olmaktan öteye gitmediğini bilir. Gerçekte Eyüp, Naile Akıncı’nın desenleri için nefis bir konu olmaktan öteye gitmiyordu. Eyüp farklı desenler ve renklerde çoğaltacağı muhteşem bir konuydu Akıncı için ve ressam bu semte olan sevgisini Akademi’de hocası olan Ahmet Hamdi Tanpınar’dan almıştı.          

Piyer Loti’ye çıkıp fırçasını eline aldığında, Eyüp görünümünü farklı tuvallerde farklı plastik tatlarla desenlemeyi hedefliyordu Naile Akıncı. Ve aynı görünümle ilgili farklı plastik tatlar, bir başka ifadeyle işlerin kendini tekrarlamaması, ressamın, desenlediği ortamla ilgili kendi özgün algısını tuvale katmasıyla mümkündü büyük ölçüde. Belirli bir coğrafi parçanın farklı tuvallerde çeşitlenirken tekrara düşmemesi, Levent Çalıkoğlu’nun deyimiyle, ressamın “ancak kendi duyumsayış modelini üreterek parçası olduğu dünyanın içerisine nüfuz edebilmesi” ve ayrıca “Doğu kaynaklı bir çeşitleme (tenevvü) anlayışını” benimsemesiyle olasıydı. 

İlgisini çeken bir konu ve bu konu üzerine bitip tükenmek bilmeyen çeşitlemelerden bahsediyoruz. Tuvalin konusuna gerçek dersek, bu konuyu/gerçeği desenlemeye yönelen özgün bir algıdan söz ediyoruz.

Gerçeğin algısal çeşitlemeleri

Konu/Gerçek, Naile Akıncı’nın eserlerinde çoğu kez İstanbul’un Eyüp semti olmasının yanında, sonraları Bebek semti, daha sonraları ise Marmara ve Ekinlik Adaları olarak kendini gösterir. Eyüp, Bebek, Marmara ve Ekinlik Adaları ressamın desenlerinde çeşitlenmiş, tek bir konuya/gerçeğe dair Naile Akıncı’nın özgün algılamaları ortaya çıkmıştır. Akıncı her ne kadar bir doğa ressamı olsa da aynı konuyu farklı tuvallerde çeşitlerken ışıktan çok desene önem verdiği için izlenimci değildir.

Evin İyem, Naile Akıncı’nın “plastik kaygıların ön planda olduğu yapıtlarında önce desen ve kompozisyonu, daha sonra da rengi sanatının temel taşları” olarak gördüğünü ifade ederek ressamın “Peyzaj Ressamı’’ hatta daha özelleştirilerek ‘’Eyüp Ressamı’’ olarak tanınmasına karşın aslında konunun onun için hep ikinci planda olduğuna” işaret eder.      

Desenleri planlarken Akademi’deki hocası Zeki Kocamemi’den Paul Cézanne’a evrilen bir biçim anlayışında olan ressamda az önce ifade ettiğimiz gibi konu her ne kadar bir araç olsa da ele aldığı coğrafyaların farklı zamanlarda farklı resimsel tatlarda çeşitlenmesi o coğrafyanın tarihini ortaya çıkarıyor olabilir mi?

Bir bakıma evet. Bunun nedeni; sanatçının zamana ilişkin eklektik tutumunun eserlerine yansıması. Eserlerinde zamanın bugüne uzanan boyutlarını da vurgulamayı istemiştir Akıncı; bununla birlikte içinde yaşadığı çağın ressamı olduğunu da unutmaz. Geçmişi içeren ve farklı zaman dilimlerini bugünde yansıtan bir zaman anlayışı… Bu nedenle ressamın bıraktığı resim mirası üzerinden İstanbul’daki kentsel değişime, Evin İyem’in deyişiyle “özellikle Eyüp ve Haliç peyzajlarıyla yarım asırlık bir kentsel değişime tanık olmamız mümkün.”

Naile Akıncı ve Evin Sanat Galerisi

Levent Çalıkoğlu’nun ifadesiyle, resim yolculuğu boyunca “tek bir coğrafi kesit içerisinde çoğalmayı önemseyen” Naile Akıncı’nın Evin Sanat Galerisi’yle birlikteliği 2000 yılında başlamış. Evin İyem bu süreci şöyle anlatıyor:

Ayça Güzel:      Evin Sanat Galerisi ile Naile Akıncı birlikteliği nasıl gelişti?

Evin İyem:       Evin Sanat Galerisi bildiğiniz gibi anlaşmalı sanatçılarına sergi açıyor. Sanatçılarının yurtiçi ve yurtdışı sergilerinden, tanıtımlarından sorumlu oluyor. Ancak Naile Hanım’la farklı çalıştık. 2000 yılında Naile Akıncı’nın tüm sanatsal meseleleriyle ilgilenen oğlu Avukat Cengiz Akıncı ile annesinin İstanbul’daki tüm sanat etkinlikleriyle ilgilenmek üzere anlaştık. 2012 yılına dek altı kişisel sergisini açtık. Türkiye’nin diğer illerinde de olmak üzere 45 karma sergimizde eserlerini sergiledik. Tüyap’taki sanat fuarlarına birlikte katıldık. 2003 yılında Tüyap’ın Onur Sanatçısı ödülünü aldı. 2005 yılında galerimizde gerçekleşen sergisiyle Sedat Simavi Ödülleri Görsel Sanatlar Ödülü’nü kazandı.

Ayça Güzel:     Sanatçının Türk resmine katkısı sizce nasıl olmuştur?

Evin İyem:       Naile Hanım, Türk Resmi’nde çok önemli bir peyzaj ustasıdır. Ben Türk Resminin önemli kadın sanatçısı sıfatını benimseyemedim, çünkü sanatçıların kadın ve erkek olarak sınıflandırılmasını doğru bulmuyorum. Kadın sanatçı olmanın tek farkı, bir de evlenip çocuk sahibi olursanız resim yapmak için erkeklerden daha fazla çabalamak ve ödün vermek zorunda olmak maalesef. Eşiniz destek olsa bile (ki ben buna Nasip ve Nuri İyem ilişkisinde tanık oldum) ‘’çoluk çocuk’’ her zaman kadının sorumluluğunda. Bu nedenle Naile Hanım’ın hemcinslerine örnek olmasına çok saygı duyuyorum.

Ayça Güzel:     Akıncı’nın vefatı Türk resmi için nasıl bir kayıptır?

Evin İyem:       Naile Hanım’ın 70 yılını aşan sanat yaşamında Türk Resmi’ne çok değerli eserler bıraktı. Onun kadar üretken ve dirençli bir sanatçıya sahip olmak Türk Resmi’nin bir kazancıdır. Vefatı Türk Resmi için çok büyük bir kayıptır ancak nerdeyse yaşamının son anına kadar resim yapmaya devam edebilmesi tesellimizdir.

Ayça Güzel:     Naile Hanım’ın resim mirası genç Türk ressamına nasıl bir izlek oluşturur?

Evin İyem:       Naile Akıncı’nın hem iki çocuk yetiştirip, hem maddi olarak ailesine katkıda bulunmak için resim öğretmenliği yapıp yine de resminden hiç ödün vermeden 70 yıl üretmesinden daha önemli bir izlek olabilir mi?


Ayça Güzel
İstanbul Art News
Mayıs 2014

6 Kasım 2013 Çarşamba

“5 ŞEHİR”DE OYUN


2013 yılı temasını “Şehir ve Oyun” olarak belirleyen İTEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali, 30 Ekim-5 Kasım tarihleri arasında gerçekleşiyor. Bu yıl beşincisinin düzenlenecek olduğu, Türkiye’nin bu tek uluslararası edebiyat festivalinde, kurgunun mihenk taşı oyunun edebiyat düzlemindeki görünümleri; İstanbul, Erzurum, Konya, Bursa ve Ankara olmak üzere yine “5 Şehir”de okur ve yazarla buluşacak.

Yaşamla İçiçe Geçmiş bir Yapı: Oyun
Oyun, modern edebiyatın vazgeçilmezlerindendir; Eski Yunan edebiyatından Latin edebiyatına, Latin edebiyatından İngiliz, İtalyan ve Fransız edebiyatlarına, neredeyse tüm yazınların edebî kurgularının içinde oyun vardır. Oyunu aslında sadece Avrupa edebiyatının içerisinde değerlendirmek doğru değil; aksine tüm dünya edebiyatlarının vazgeçilmezi oyun… Nedeni, Doğu’dan Batı’ya yazınsal ifadenin onunla başlamış olması…
Oyunun şarkı ve danslar eşliğinde gerçekleşen ilk örnekleri, Yunan ozanlarının şarkımsı şiirlerinin tiyatro ve kurgusal romana evrildiği uzun bir yolun başlatıcısı olmuş ve bu yol yaşam dinamiklerine farklı açılardan tuttuğu aynalarla, insanlığın tüm edebiyat yolculuğunu oluşturmuştur. Bu yüzden oyunun yaşamla iç içe geçtiğini, aslında edebiyatın da oyunun ta kendisi olduğunu söylemek yanlış olmayabilir.               
Belki de bu nedenle İTEF-Tanpınar Edebiyat Festivali, 2013 yılı temasını Oyun ekseninde belirledi ve “Oyun”u “Şehir”le birleştirdi… 

Şehirle Oyun Oynamak
ITEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali, her yıl olduğu gibi bu yıl da yazarla okuru, yazarla yazarı ve yazarla edebiyat dünyasını bir araya getiriyor. Kalem Telif Hakları Ajansı’nın fikir önderliğinde, Kalem Kültür Derneği’nin organize ettiği ITEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali; Türk Edebiyatını dünya yayıncılığına etkili biçimde tanıtma fikrinden hareketle, İstanbul’un geniş kapsamlı uluslararası bir edebiyat festivaline duyduğu özlemin bir İstanbul yazarı olarak Ahmet Hamdi Tanpınar’dan alınan ilhamla birleşmesi sonucu 2009 yılında hayata geçirildi.
Beş yıl içinde; şehirle insan, şehirle korku gibi kavramları birbirine yakınlaştırarak edebiyat ortamında kalıcı sorular soran ITEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali, bu yılın “Şehir ve Oyun” temasıyla, yine yalnızca Türk edebiyatını dünya edebiyatıyla değil, dünya edebiyatını da Türk edebiyatıyla 15 ülkeden 50’yi aşkın yazar aracılığıyla tanıştırıyor; İstanbul, Erzurum, Konya, Bursa ve Ankara’da bizleri tadına doyulmaz bir edebiyat şölenine davet ediyor.
Konuya ilişkin diğer detayları ITEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin kendi dilinden dinliyoruz: 
Melike Ayça Güzel: Bu yılın Festival teması “Oyun”u nasıl açıklarsınız?
ITEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali: Oyun dilden kurguya, toplumsal-siyasi yaşantımızdan şahsi ilişkilerimize genellikle diyaloğun olduğu her alanda mevcut. Tanpınar’ın eserlerinde oyun kavramının izini sürmek de mümkün ve yakın zamanda akademisyen Seray Şahin’in bu konuda bir çalışması yayınlandı. Festivalin temasını bu çalışmadan bağımsız olarak belirlemiştik; fakat Tanpınar’ın eserlerinin oyun açısından yorumlandığı bu metne referans veriyoruz. Bundan başka, oyuncaklı edebiyatlara, okur ile yazarın arasındaki çekişmeye ve teslimiyete, oyun-sever anlatı stratejilerine ve temalara da değineceğiz.
Melike Ayça Güzel: “Oyun ve Şehir”in, önceki dört yılın ITEF-Tanpınar Edebiyat Festivallerinden farkı neler?
ITEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali: Her yıl festival kapsamında çeşitli projelerimizi gerçekleştiriyoruz. Bu yılki “çılgın” projemiz yazar Alberto Manguel ile Tanpınar’ın izinde Beş Şehir’e gideceğimiz edebiyat turu… Manguel, Tanpınar’ın “Beş Şehir” kitabını okudu ve kendisine yaptığımız teklifi kabul etti. Manguel, modern edebiyatımızın kurucusu Tanpınar’a saygı duruşu niteliğinde bir kitap da kaleme alacak; İstanbul, Bursa, Konya, Erzurum ve Ankara ile ilgili izlenimlerini kitaplaştıracak. Kitap, 2014’ün sonlarında Manguel’in yayıncısı Yapı Kredi Yayıncılık tarafından yayınlanacak. Bunun dışında; İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün “Yazarlar Okullarda” projesine, bu yıl “Festival Yazarları ile Yabancı Yazarlar Okullarda” konsepti ile dahil olacağız. İTEF’in yabancı yazarları, 9 ilçedeki devlet okulu öğrencileriyle buluşacak. Biz genç jenerasyonları okumaya ve en çok da yazmaya teşvik etmek istiyoruz, İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile paylaştığımız bu ortak amaç; Çatalca, Beylikdüzü, Güngören gibi kültüre erişimi kısıtlı olabilecek ilçelerdeki öğrencilerin, Maltalı, Norveçli, Hollandalı, vs. yazarlarla buluşmasının önünü açtı.
Melike Ayça Güzel: İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali, alanındaki saygınlığını her geçen gün pekiştirmekte… Dünyadaki diğer edebiyat festivallerinden ayrılan yönleri neler olabilir?
ITEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali: İTEF’i tasarlarken yurtdışındaki başarılı örneklerini izledik ve çeşitli konseptleri kendi edebiyat sahnemize uyarlamanın yollarını araştırdık. Bunu yaparken fark ettiğimiz; edebiyat festivallerinin genelde yazarla okuru bir araya getiriyor oluşuydu. İTEF’te biz yazarla okurun buluşması kadar, yazarlarla yazarların buluşması ve global yayıncılık sektörünün diğer aktörlerinin de bir araya geleceği bir platform oluşturmayı önemsiyoruz. Bu nedenle halka kapalı olarak yaptığımız, yalnızca arzu eden yazarların katıldığı Yazarlar Buluşması’nı ve bir fellowship programı olan İTEF-Profesyonel Buluşmalar Programını da organize ediyoruz. Yazarlar Buluşması’nda festival yazarları bir yuvarlak masa etrafında mesleki deneyimlerini paylaşıyorlar ve festivalin bir sonraki yılki teması üzerine beyin fırtınası yapıyorlar. Bu buluşmalardan çıkan notlar çok çeşitli ülkelerden, kültürlerden ve arka planlardan gelen çağrı yöntemiyle belirlediğimiz 10 kişilik bir yabancı yayıncı, festival organizatörü, edebiyat fonu yöneticisi grubunu İstanbul’daki yayıncılık dünyası ile tanıştırdığımız iki günlük bir program.
Kalem Telif Hakları Ajansı’nın bir organizasyonu olan İTEF, tam anlamıyla bir takım çalışması. İşbirliği ya da daha doğrusu dayanışma içinde bulunduğumuz pek çok kurumdaki çalışma arkadaşlarımız hem entelektüel, hem lojistik, hem de moral anlamında festivale katkıda bulunan, akıl danıştığımız kişiler olarak İTEF ailesini oluşturuyorlar. Ana destekçimiz geçtiğimiz yıldan bu yana Vehbi Koç Vakfı. Vakfın İTEF’e katkısı, festivalin boyutlarının ve ufkunun genişlemesine olanak sağlıyor. Festivalin orkestra şefi yani direktörü Mehmet Demirtaş, genel koordinatörümüz Nermin Mollaoğlu; etkinlik koordinasyonunu Fatma Cihan Akkartal yürütüyor. Fakat en büyük destekçilerimiz genellikle üniversite öğrencilerinden oluşan İTEF gönüllüleri. Ofiste ve festival etkinlikleri sırasında elimiz, ayağımız, gözümüz ve kulağımız sevgili gönüllülerimiz!

Melike Ayça Güzel